Zihin sağlığının ya mutluluk hali ya da depresyon olarak iki uçlu bir spektruma sıkıştırılmasına aşinayız. Ama hayat böyle iki boyutlu değil; çok katmanlı. Ve biz bu iki uçta savrulurken çok sık gri alana düşüyoruz. Bize iyi hissettiren şeyler bir anda keyif vermemeye başlıyor, onları yapmak için motivasyonumuzu kaybediyoruz ve kısır bir döngüde kalmışız gibi gelebiliyor.
Ayrıca tabii ki hep haz alacağız diye bir şey yok. Dalgalanmalar yaşamak hayatta olduğumuzun göstergesi! İşte her böyle dalgalandığımızda “Depresyonda mıyım acaba?” sorgulaması yaşıyoruz. Bu gri duygu durumuna ‘anhedoni’ deniyormuş. (Her şeye bir isim bulmamıza ve anlamlandırma çabamıza bayılıyorum.)
Anhedoninin bizim gibi empati gücü, başkası adına utanma ve acıma duygusu yüksek toplumlarda çok daha sık yaşandığı gerçek.
EH GİBİ HİSSETMEK
Anhedoni hali, majör depresyonun belirtisi olabildiği gibi sadece boşlukta hissinin geçerli olduğu, mutlu ya da üzgün hissedilmeyen bir süreç. Davranış gurusu ‘Eh Gibi Hissetmek’ kitabının yazarı Tanith Carey, “Modern hayatın altında eziliyoruz.
İnsan beyni, başa çıkmak için tasarlanışından daha fazla bilgi yüklemesine maruz kalıyor. Beynimizde iyi hissettiren kimyasalların etkisi azalabiliyor. Uyuşukluk hissi yaratan stres hormonu kortizol artabiliyor. Beynin ödül sistemi sakatlanıyor. Seks, koku ve tat keyfimiz, müzik, dans ve sosyalleşme motivasyonumuz azalıyor” diyor. Nasıl yenebileceğimize ilişkin şöyle bilimsel ipuçları var:
NASIL BAŞA ÇIKILIR?
Dünyayı renksiz buluyorsanız, gün ışığında zaman geçirin. Gün ışığı, mutlu hissettiren dopamin salgısını artırıyor, görüşümüzü iyileştiriyor.
En sevdiğiniz şeylere vakit ayırmamaya başladıysanız, içinizden gelmiyorsa içinizden gelmesini beklemeyin. Hiç yapmamaktan daha iyi olduğu için biraz vakit ayırın ve yaptıkça tekrar iyi hissetmeyi hatırlayacaksınız.
Sevdiğiniz şarkılar aynı hissi vermiyorsa, bir hafta dinlemeyi bırakın. Ertesi hafta şarkılarınızı yeniden açın. Beynin ödül mekanizması harekete geçecek.
Sevdiğiniz yemekler aynı lezzeti vermiyorsa karabiber, pulbiber, zencefil, sarımsak tozu, tarçın gibi baharatlardan ve limon, sirke gibi keskin tatlardan yardım alın.
ZAYIF BEDEN SAĞLIKSIZLIK DEĞİLDİR
Geçen haftadan bu yana dünya magazininde şarkıcı Ariana Grande’nin verdiği kilolar konuşuluyor. Hayatının en ince göründüğü döneminde. Ariana Grande, sağlığının bozuk olduğu, hayalet gibi göründüğü yönde yapılan yorumlara dayanamadı ve çok etkili bir açıklama yaptı.
“Benim sağlıklı olduğumu düşündüğünüz eski halim, antidepresanlarla ayakta durduğum, kendimi en düşük hissettiğim, en sağlıksız dönemimdeki halimdi. Şimdi mutlu ve sağlıklıyım. Hiçbir şey göründüğü gibi değildir” dedi. Sevdiği, sevildiği bir evlilik içinde. İşleri yolunda.
YORUM YAPMAK DÜŞER Mİ?
Grande’nin “Bir insan nasıl göründüğünün farkındadır ve yolunda gitmeyen bir şeyler varsa muhtelemen onlar için çabalıyordur. Bilemezsiniz” sözleri de evrensel bir ikilemi yeniden hatırlattı. Biriyle karşılaştığımızda fiziksel değişimi hakkında yorum yapmak bize düşer mi? Bence düşer. Ama bu aşağılamak veya övmek için değil, karşılıklı fayda gözetme kaydıyla yapıldığında.
Şarkıcı Jessica Simpson da 45 kilo verdikten sonra kendini daha sağlıklı hissettiğini söylüyor.
Çünkü insan, başkasının yaptığı yorumlarla, geribildirimlerle hayatını düzenleyebilen bir varlık. “Hiç yemek yemiyor musun?” gibi sorulara çok sık maruz kalan biri olarak rahatsız olmuyorum.
Ben fit ve sağlıklı kalmak için çabalayan, kendini geliştiren biriyim ve nasıl yaptığımı soranlara aktarmayı faydalı görüyorum. Hadsizliğe vardırmadan birine “Sen zayıfladın mı?”, “Biraz kilo mu aldın?” diye sormanın sohbete dahil olduğuna inananlardanım.