17. yüzyıl Britanya’sındaki kahvehanelere “Penny Üniversiteleri” denir. Penny Üniversitelerine girmek için 1 Penny (kuruş) ödenmesi gerekiyordu. Çoğunlukla yazarların, sanatçıların, şairlerin, avukatların, politikacıların ve filozofların kahve içip sohbet ettiği bu kahvehaneler, o dönemin sosyal yaşamının ayrılmaz parçasıydı. Kahvehane müdavimleri, kahve içmek için geçen sürede astronomi, felsefe ve edebiyat hakkında tartışırlardı.
Bu mekanlar akademisyenler, sanatçılar ve entelektüeller için toplanma merkeziydi. Bu entelektüel merkezler, yüksek öğrenime erişemeyenler de dahil olmak üzere, herkesin akademik bilgiye kolaylıkla ulaşmasını sağlıyordu. Penny Üniversitelerinde sadece edebiyat ve felsefe değil; siyaset ve siyasi skandallar, günlük dedikodular, moda, güncel olaylar ve toplumsal konular da tartışılırdı.
Bu kahvehaneler, bir anlamda o dönemdeki toplumun sosyal sahnesi durumundaydı. Daha sonraları işin boyutu değişti, tüm popüler akademik tartışmalar bu merkezlerde yapılmaya başlandı. Penny Üniversitelerinde alkol değil, kahve tüketiliyordu. Bu özellik, bu mekanları içki içilen diğer mekanlardan ayıran en önemli ayrıntıydı. Bu mekanlar, o dönemin sigortacılık, denizcilik, gazetecilik ve finans piyasasının gelişmesinde önemli rol oynadı. Penny Üniversitelerinin bazı kuralları vardı: Her şeyden önce bu mekanlarda eşitlik söz konusuydu. Hiç kimse herhangi bir makamdaki birine yer vermek zorunda değildi. Sosyal statü Penny Üniversiteleri için geçerli değildi. O dönemde İngiltere’de sadece iki üniversite bulunuyordu:
Oxford ve Cambridge. Her iki üniversite de çoğu insanın yıllık gelirinin çok ötesinde ücretler alıyordu. Maddi durumu elverişli olmayanlar için üniversite okumak hayalden öte bir şey değildi. Penny Üniversiteleri bu sorunun çözüm merkeziydi. Penny Üniversitelerinde katı kurallar yoktu. Bu üniversiteler herkese açıktı, 1 Penny’yi veren herkes tüm etkinliklerden rahatlıkla yararlanabiliyordu. Tüm heyecan verici fikirler buralarda özgürce tartışılıyordu. Penny Üniversiteleri, bir anlamda Aydınlanma döneminin itici gücü olmuştu. On yedinci yüzyılın sonlarına doğru, bilimsel bilginin yayılması bu kahvehaneler sayesinde boyut değiştirdi.
St. Paul Katedrali’nin yakınındaki Marine Coffee House’da matematik dersleri verilmeye başlandı. Bu tarihten sonra, kahvehaneler giderek daha karmaşık dersler için popüler mekanlar haline gelmeye başladı. Kahvehanelerde verilen dersler hem bilimsel hem de ticari amaca hizmet ediyordu. Denizciler ve tüccarlar, bu dersler sayesinde bilimin denizcilikte ve ticarette ilerlemeye katkıda bulunacağını anlamışlardı. Kahvehanelerin yenilikçi ve deneysel ruhu sigortacılık, denizcilik ya da ticaret alanlarında yeni iş modellerine yol açtı.
Örneğin 1680’lerin sonlarına doğru Londra’da açılan Lloyd’s Coffee House, en son denizcilik haberlerini duymak, gemi ya da kargo ihalelerine katılmak için gelen gemi kaptanlarının, gemi sahiplerinin ve tüccarların buluşma yeri konumuna geldi. Bu toplantılar neticesinde dünyanın en büyük sigorta piyasası ortaya çıktı. Bu dönemde kahvehaneler borsa işlevi de gördü. Örneğin Jonathan’s Coffee House’da tüccarlar ekonomi tartışıyordu. Devamında bu kişiler, modern ekonominin temeli olan Londra Menkul Kıymetler Borsası’nın kuruluşunu sağladı. Günümüzde bu üniversiteler devam ediyor, ancak işlevleri eskisinden oldukça farklı!