Adolf Hitler liderliğindeki ‘Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’, 1932’deki meclis seçimlerinde oyların yüzde 33.1’ini alarak en güçlü parti oldu. Hitler 1932’de iktidara geldiğinde arkasında yaklaşık 14 milyon seçmenin oyu bulunuyordu. Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi tarih sahnesinden silindikten sonra insanların aklında tek bir soru kaldı: Alman toplumu neden Hitler’e inandı ve ona oy verdi? Bu soruya yanıt arayan pek çok araştırma yapıldı.
Araştırmalar, Alman seçmenlerin davranışlarının somut vaatlerden çok, bunların çok ötesinde yatan nedenlerden şekillendiğini söylüyor. I. Dünya Savaşı’nda alınan yenilgiyle Hitler, propagandanın önemini kavradı ve propagandayı kitle iletişiminde araç olarak kullanmaya başladı. Goebbels’in liderliğinde yürütülen algı yönetimi ve propaganda uygulamaları hem Hitler iktidara gelmeden önce hem de geldikten sonra yoğun şekilde kitleler üzerinde uygulandı.
Psikologlar ve psikiyatristler tarih boyunca, aldıkları emirle kitleleri ölüme sürükleyen kişilerin hangi motivasyonla hareket ettiğini anlamak için çok sayıda araştırma yaptı. 1966 yılında gerçekleştirilen ‘Hofling Hastane Deneyi’ de bunlardan biridir. ‘Astroten Deneyi’ olarak da adlandırılan bu çalışma; kişilerin otoriteye baş eğdikleri için mi üstlerinden aldıkları emirleri sorgusuz sualsiz yerine getirdiklerini araştırıyor. İnsanlık tarihine kara bir leke olarak geçen olan bu katliamlar, insanoğlunun nasıl korkunç bir yaratığa dönüşebileceğini sorgulamamıza yol açıyor.
Elbette söz konusu katliamların tek suçlusu, o kıyımların emrini veren diktatörlerden ibaret değil; onların emirlerini dinleyen, tıpkı o diktatörler kadar hasta ruhlu olan çok sayıda kişinin de bu yaşananlarda payı var. Bir rejim adı altında kitleler imha edildi, kimileri buna destek verdi kimileri ise olanlara karşı sessiz kaldı. Bu durum, psikologları “Acaba insanlar, üst kademedeki insanların emirlerini sorgusuz sualsiz yerine mi getiriyor?” sorusunu araştırmaya yöneltti.
1966 yılında Psikiyatrist Charles K. Hofling’in liderliğinde bir çalışma yapıldı. Gerçek bir hastanede çalışan hemşirelere, bunun bir deney olduğu söylenmeden talimat verildi. Hemşirelerin, kimliği belirsiz bir doktordan geldiğini zannettikleri bu talimat, söz konusu hastanede yatan tüm hastalara Astroten adlı ilaçtan 20 mg verilmesini söylüyordu. Astroten’in 10 mg’ı bile insanı rahatlıkla öldürebilirdi. Hemşireler, 20 mg ilaç verdikleri hastaların öleceklerini biliyordu. Üstelik, isimsiz doktordan gelen talimata göre hareket etmek, hastane kurallarına da aykırıydı.
Buna rağmen 22 hemşireden 21’i, belirtilen dozda ilacı vermek üzere hastaların odasına doğru yola çıktı. Hastaların hiçbirinin zarar görmemesi için yola çıkan tüm hemşireler durduruldu ve onlara bunun kurgusal bir deney olduğu anlatıldı. Ancak bu talimat bir deney sebebiyle değil de gerçekten verilmiş olsaydı, o gün o hastanede yatan tüm hastalar hayatlarını kaybedecekti.
Yapılan bu deney, insanların yetkisi altında oldukları kişilerin talimatlarını sorgusuz sualsiz nasıl yerine getirdiğini ve yetkinin yanlış ellerde olduğu zaman ne tür sonuçlar doğurabileceğini çok güzel bir şekilde özetliyor.