Aslen Erzurumludur… Babası bürokrattı, babasının görevli olduğu sırada Tokat’ta doğdu. Cildiye mütehassısıdır. İstanbul’un işgal yıllarında talebelik yaptı. Babası, İngilizler tarafından İstanbul’da idam edildi, şehit çocuğuydu. Çevresinin yardımlarıyla tıp fakültesinde okudu, 1925 yılında doktor oldu. 1951 yılında Konya Argıthanı’na geldi, ölene kadar da burada yaşadı. 1930’lu yıllarda adeta hayır için doktorluk yapıyordu. Cumhuriyet’in ilk doktorlarındandı. Cağaloğlu’nda açtığı muayenehanesinde salı günleri öğleden sonra fakirlere ücretsiz muayene, perşembe günleri geliri THK’ya bağışlanacak şekilde anlaşmalı muayeneler yapardı.
O günlerdeki gazete ilanlarından anlıyoruz bunu… Argıthanı’nda bir ev tuttu. Bütün varlığı sırtındaki siyah pardösüydü, bir de elinden düşürmediği doktor çantası. Çok güzel Fransızca bilirdi. Akşehir’de muayene yirmi lira iken beş liraya muayene yapar, paranın yarısını da hastanın adına Kızılay’a makbuz keserdi. Fakir hastalardan para almazdı. Muayene ettiği hastaların başında saatlerce beklerdi. Yakın köylere yaya olarak muayeneye giderdi. Yaşını soranlara, “Kişinin yaşı değil, sağlığı sorulur” derdi. Konuşmaları da davranışları da soğuk ve mesafeliydi ama doktorluğu çok sağlamdı. Sert çizgili yüzünde, kemerli bir burun, burnun iki yanında derin göz çukurlarında iki siyah küçük göz ve soğuk, donuk bakışları vardı. Saçları siyah, omuzlarına değecek kadar uzundu. Çantasında eczane ilaçları olduğu gibi kendi yaptığı ilaçlar da bulunurdu.
O zamanlar Argıthanı’nda eczane yoktu, sık sık kırlarda dolaşır değişik otlar toplar, onlardan ilaç yapardı. Sokakta çocuklar oynarken “Deli Doktor” diye kendisine laf atardı. Buna rağmen istifini hiç bozmazdı… Bildiğiniz bir harabede, çöp evde yaşadı. İnsanlardan kendini yalıtmış, hep mesafeli davranırdı. Ne Argıthanı’nda ne de çevre köylerde hiçbir hastayı geri çevirmemiş, tüm hastaların evlerine giderek hizmet vermişti. 10-15 km mesafedeki hastalara at arabasıyla bakmaya giderdi. Komşu köyde futbol maçında bayılan bir futbolcuyu getirdiler bir keresinde. Futbolcuyu at arabasıyla onun evinin önüne getirdiklerinde baygın bir durumdaydı. Uzun uğraşlar sonunda genci ayağa kaldırdığında, sanki ölüyü diriltmiş gibi sevindi herkes. Bu güzel insanın köye gelmesinden sonra köyde Nihat isminde artış oldu.
Onun tedavisi sayesinde iyileşen insanların bazıları doğan çocuklarına veya torunlarına onun adını verdi. Köydeki çocukların çoğu onun adı ile çağrılırdı. Köyde 70’li yıllarda ona özenerek Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ne giden çok genç oldu. Sadece insanlar değil köpekler de onun iyiliklerinden payını alırdı. Köpekler onu gördüğünde anında kuyruk sallamaya başlar, bilirlerdi ki o yanına geldiğinde çarşıdan aldığı yiyecekleri kendileriyle paylaşacak... Bir gece çeşme başında onun bağırışıyla sokağa fırladık, evi yanıyordu. Komşuların yardımıyla söndürdük yangını. Yangından sonra yarı yanmış evde oturmaya devam etti.
Köydeki insanların ufuklarıyla sınırlıydı tüm bildiklerimiz. Herkes hakkında efsane uyduruyor; kimi “Miras yüzünden ailesine küsmüş”, kimi “Eşi aldatmış” diyordu. Gerçek olan ise bir sırdı. Bir gün öldüğü haberi yayıldı Argıthanı’na. 1969 yılında vefat etti, ölümünü ancak iki gün sonra fark ettik. Peki, kimdi bu herkese yardım elini bedelsiz uzatan doktor? Dr. Nihat Tözge, 1940’ların ikinci yarısında solculuktan yargılanmış, ceza almış; daha sonra Macaristan’a kaçmış, oradan da Fransa’ya gitmiş. 1951’de ise Argıthanı’na gelmiş, neden burada olduğu yanıtı bulunamayan bir sır