İsmail Hakkı Tonguç görevde kaldığı 11 yıl içinde 61 il merkezi, 305 ilçe ve 9 bin 105 köy gezdi. Bir gün yine köyleri gezerken Ilgaz’da bir ilkokulun önünde durdu. 45 yaşlarındaki öğretmen, kim olduklarını bilmeden ziyaretçilere okulu gezdirdi. Tavandan bir tasa su damladığını gören İsmail Hakkı Tonguç:
- Akıyor mu?
- Evet.
- Köylüler çatının onarımına yardımcı olmuyorlar mı?
- Yok. Çankırı Milli Eğitim Müdürlüğü’ne üç kez yazdım, yanıt bile vermediler.
- Peki, siz bir şey yapamaz mısınız?
Öğretmen terslenir:
- Ben başöğretmenim, dam aktarıcısı değilim! Tonguç dışarı fırlar, bahçenin köşesinde birkaç sağlam kiremit bulur. Merdiveni duvara dayayıp çatıya çıkar. Kırık kiremitleri toplayıp yerlerine sağlam olanlarını koyduktan sonra aşağı inip, kendisini seyreden başöğretmenin yanına gelir, “Dam yine akarsa Çankırı’ya yazma, bana haber ver, ben gelir damı aktarırım” deyip kartını uzatır. Başöğretmen kartı görünce şoke olur ancak Tonguç, özürlerini dinlemeden çıkıp gider.
Bazen kendi çocuğu bile kendisini anlayamazdı. Birlikte seyahate çıkmayı önerdiği oğlu Engin, coğrafya sınavını bahane edince Tonguç sinirlenir: “Ne çıkacak bu sınavlardan! Coğrafya sınavıymış. Coğrafya çalışmanın böyle bir geziden daha iyi bir şekli olabilir mi?” der. İsmail Hakkı Tonguç, hayata geçirmeye çalıştığı sistemini şöyle özetler: “Yeni usul öğretimin mühim vasfı, dersi işle öğretmektir. Öğretmenin görevi, öğrencide bizzat bir şey icat etme merakını uyandırmak, bu gayeye hizmet eden yaratıcı araçların kullanılmasını doğru olarak çocuğa öğretmektir. Yaratıcı araçlara kuşkusuz kitaplar da dahildir, fakat ezberletilmemek şartıyla! Bizim düşündüğümüz öğretim usulüne göre, iş aracılığı ile bütün ders konularının öğretilmesi mümkündür. İş kavramından anlaşılması gereken, zihinsel ve bedensel çaba harcayarak bir sonuç elde etmektir.”
İsmail Hakkı Tonguç, 1914 yılında Silistre’den İstanbul’a geldi. Az olan parasını tanıdık bir avukata kaptırdı. Sonra Eğitim Bakanlığı’na gitti ve bakanın karşısına çıktı. Göçmen olduğunu, okumak için geldiğini söyledi. Eğitim Bakanı Şükrü Bey, karşısındaki delikanlının saflığından etkilenir. İsmail’i öğretmen olması için kendi memleketi Kastamonu’ya gönderir. Daha sonra Moda’daki İstanbul Öğretmen Okulu’na geçer. 1918 yılında öğretmen olan İsmail Hakkı, Almanya’ya gönderilir. Düşman işgali nedeniyle öğrenimini tamamlamadan yurda çağrılır ve ilk görev yeri olan Eskişehir’e gider. Bir gece okulu işgal etmek isteyen İngilizlere direnince, İngiliz teğmen İsmail Hakkı’ya bir tokat atar. Genç öğretmen, tokadın öcünü almak isteyen öğrencilerini sakinleştirir: “Sorun sokak kavgalarıyla değil, bağımsızlığımızı kazanarak çözülebilir. Bağımsız olmayan uluslar böyle tokatlara layıktır” der. 1925 yılında incelemeler yapmak üzere yeniden Avrupa’ya gönderilir. Döndüğünde Gazi Eğitim Resim-Elişi öğretmenliği görevine getirilir. Oyun çağındaki çocukların oyunla, daha büyük olanların ise bir iş üstünde, uygulayarak, deneyerek, görüp dokunarak öğrenmesinin daha verimli olduğunu fark eder.
Türkiye’nin ilk kadın mimarlarından Mualla Eyüboğlu, “Biz okulda Pisagor Teoremi’nin niye öğretildiğini kavrayamazdık. Oysa Köy Enstitüsü’nde bunu öğrenciye çatı makası bağlarken anlatıyorduk. Öğrenci öğrendiğinin işe yaradığını somut olarak görüyor ve iş yaparken öğrendiği bu bilgiyi bir daha hiç unutmuyordu” diyor.