“Oppenheimer” filmi, başta ülkemiz olmak üzere dünyada büyük bir ilgiyle takip edildi. Gişe rekorları kıran bu film, tarihin en tartışmalı fizikçilerinden biri olan J. Robert Oppenheimer’ın az bilinen hikayesini anlatıyor. Atom bombasının icat edilmesinde başrol oynayan bilim insanının yaşamı ilginç hikayelerle dolu. Bu yazıda, Oppenheimer hakkında muhtemelen daha önce duymadığınız ve filmde anlatılmayan ilginç bilgileri okuyacaksınız...
J. Robert Oppenheimer, fizik alanındaki Nobel Ödülü’ne üç kez aday gösterildi, ilk olarak 1946’da P. W. Bridgman’a karşı kaybetti; daha sonra 1951’de ödül Sir John Douglas Cockcroft ve E. Thomas Sinton Walton’a verildi; ödül son olarak 1967’de Hans Bethe’ye verildi. Oppenheimer’ın çalışmaları Nobel komitesinin aradığı özelliklere uygun bulunmadı. k “Atom bombasının babası” olarak anılan, Manhattan Projesi başkanlığını yapan Oppenheimer’ın atom bombası testinde ortaya çıkan radyoaktif serpinti, ABD’deki 46 eyalet ile Kanada ve Meksika’nın bazı bölgelerini etkiledi. 16 Temmuz 1945’te yapılan Trinity denemesi, dünyadaki ilk nükleer patlama unvanını taşıyor.
Meslektaşları, Openheimer’ın önemli makaleler üretmesinin şaşırtıcı derecede az olduğuna işaret ediyor. Eleştirmenler, Oppenheimer’ın öğrencileriyle birlikte yazdığı makalelerin sayısının, tek başına yaptığı araştırmalardan çok daha fazla olduğunu söylüyor. Onlara göre Oppenheimer, hiçbir zaman çığır açan bir keşif yapmadı.
Oppenheimer, Amerikan hükümeti ve ordusuyla sürekli sorunlar yaşadı. Atom bombasının mucidi olarak bilinen Oppenheimer, bu silahların üretilip kullanılmasına karşı çıktı. Oppenheimer, atılan ikinci bombanın gereksiz olduğuna inanıyordu. Başkan Truman’la bir görüşme ayarladı ve burada Nagazaki’de yaşananlardan tiksindiğini ifade etti. Bundan sonra başkan ile arası açıldı.
Oppenheimer, görüşmede ABD başkanına ilginç bir itirafta bulundu: “Sayın Başkan ellerimde kan var, hissediyorum!” İşte bu itiraf, ABD başkanını bir hayli sinirlendirdi ve Oppenheimer ile bir daha görüşmek istememesine neden oldu. Truman, 1946 yılında Oppenheimer için “ofisime gelen ve zamanının çoğunu kıvranarak geçiren ağlak bir bilim insanı” ifadelerini kullandı.
Oppenheimer, 1930’lu yıllarda komünizme sempati beslemeye başladı, kendisine kalan 300 bin dolarlık miras ile ABD’deki sol görüşlü gruplara maddi destek sağladı. Bu nedenle ağır bir baskı ve türlü soruşturmalarla karşı karşıya kaldı ve bu dönemde ABD’de “sakıncalı” kişilerden biri sayıldı!
Komünist sempatiye sahip olmakla suçlanan Oppenheimer, 1954’te Atom Enerjisi Komisyonu’ndaki görevinden alındı ve tüm güvenlik izinlerinden yoksun bırakıldı ve siyasi nüfuzunu fiilen kaybetti. Sonraki yıllarda nükleer silahların ve atom enerjisinin kontrolü için lobi faaliyetlerine devam etti.
Einstein, Oppenheimer’a can sıkıcı soruşturmalara katlanmak ve yargılanmaktansa, ülkeyi terk etmesinin daha doğru olacağını söyledi. Ancak Oppenheimer, Einstein’dan gelen bu tavsiyeyi “mevcut politik durumun ancak içeriden değiştirilebileceğini ve bu yüzden kalıp savaşacağını” söyleyerek geri çevirdi. Bunun üzerine Einstein, Oppenheimer hakkında “O bir budala!” ifadesini kullandı.