Bazen biri bir kuyuya bir taş atar ve kuyuya taş atma birden hepimizin önceliği haline gelir. İşte o kuyuya ilk taşı atan sanırım Netflix oldu.
Hem Türkiye’de hem de globalde kullandığı isimler, ürettiği içeriklerle hepimizi kendine müptezel etti.
Bu durum tabii ki yatırımcıları, üretken isimleri ve Acun Ilıcalı’yı (ki tüm özellikler mevcut) online platformlar yaratmaya ve bazen isimlerle bazen de içeriklerle rakiplerin arasından sıyrılmaya teşvik etti.
İlk olarak Exxen ile baya yoğun bir gündem yaşadık. Her sabah 'acaba bugün kim Exxen ile anlaşmış?' gibi bir durum olmaya başladı.
Aleyna Tilki ve Cemal Can’ın algımı hipnoz ederek, sebebini bilmeden izlediğim lise dizisi, hemen devamında Zeynep Bastık ve Konukları ki sabahların sultanından beri en merak ettiğim konuklu show programı kesinlikle bu, beni Exxen kullanıcısı yaptı.
Sonra bir sabah Burak Altındağ WhatsApp grubunda -o zamanlar daha Mark Zuckerberg konuşmalarımızı okumuyordu- Gain ile bir dizi anlaşması yaptığını, senaryo yazacağını söyledi . İşte tam o an ilk başrol deneyimimin hayalini kurarken, -malum en yakın arkadaşım senarist olmuş-, dizinin içeriğini ve konseptini öğrendim. Tabii ki dizide bana yer olmadığını da. Gain merakım başlar mı diye düşünürken Engin Günaydın da Gain ailesine girdi. Birden herkes Gain içeriklerini konuşmaya başladı. Gain içeriklerini daha cool bulanlar kadar kısıtlı ve tüm kitleye hitap edemeyeceğini söyleyen de oluyordu.
Benim fikrimi soracak olursanız, sormayın. Ben hala Asmalı Konak izleyen biriyim ama küçük bir yorum yapacak olursam; ‘her’ sözcüğünün kullanıldığı yerler bana pek özel, ayrıcalıklı ve farklı hissettirmiyor.
Bir hafta iki tatil iki otel
Geçen hafta bana bir şey oldu. Tam tanımlayamıyorum ama en yakın örnek olarak Şeyma Subaşı yokladı sanki. Evde duramadım, İstanbul’a sığamadım.
Tabii Şeyma dediysem sıkılınca Tulum’a, oradan Bali’ye, bir hikaye yok ortada...
Önce böyle bir doğaya karışalım, sakinlik olsun, arkadaşlarla boşladığımız bir tatil olsun dedik Datçalı bir arkadaşımız da programın içinde olunca ertesi gün Datça’daydım.
İnanılmaz bir huzur var, ilk onu söylemem gerekiyor. Sabah uyandığınız an gördüğünüz manzara ile gün boyu sanki arkadan bir mantra ile enerjiniz yükseliyor. Gerginlikten ve telefondan, yanınızda olsa sizi huzursuz edecek her konudan uzaklaşıyorsunuz.
My Marina Select Hotel’de kaldık. Denizin içine uyandım, tamamen palmiye ağaçlarıyla çevrilmiş bir odadan günün her saati farklı renklerde gördüm gökyüzünü.
Otellerdeki açık büfe veya sıkıcı mutfak anlayışını tamamen değiştirmişler. Resmen özel bir restaurant gibi şef hizmetiyle servis veriyorlar.
Her zaman şansım iyi gider ve bu sefer de öyle oldu. Bir gün önce güneşte yürüyüş yaparken ertesi gün -3 derecede kardaydık.
Birbirinden bağımsız ve ticari amaçla sonu getirilmemiş muhteşem koylar var.
Mermerci Ailesi Datça’ya ciddi anlamda yatırım yaparak ve doğası için öncü rol izleyerek bölgeye sahip çıkmış.
Yavuz Mermerci'ye ait olan Olive Farm organik ürünlerin muhteşem portakal bahçelerinin olduğu çiftlik, İtalya kasabalarını Datça’ya ışınlamış sanki.
Kesinlikle mental ve bedensel bir detoks için küçük bir şans verilmeli.
Eve gelip valizimi açtığım an sanki eve kamera yerleştirmiş gibi Zeynep Özbayrak aradı ve "Hafta sonu Sapanca’ya gidiyoruz, ben planları yaptım" dedi. Bu demek oluyor ki fikrimin herhangi bir önemi yok. Apar topar hazırlanıp Sapanca Elite World Otel’e geçildi.
3 gün masaj, SPA, hamam, göl, orman ve sınırsız Türk mutfağı ile yeniden doğdum diyebilirim.
Mimarisi, misafirler için düşünülen ayrıntılar ve SPA deneyimleri İstanbul’dan en yakın kaçış noktası fikri olarak aklıma kesin bir şekilde kazındı.