Günün köşe yazısı konusuna bugün sabah mutfağı toparlarken dedemi ne kadar çok özlediğimi fark ettiğimde karar verdim. Dedim ki evet Sinem, bugün özlem, ölüm ve yas hakkında konuşman gerekiyor.
Özlem, ölüm ve yas. Birbirini tamamlayan bir üçlü gibi geliyor bana çoğu zaman. Birinin yüzü çok soğuk diğeri sıcak diğeri ise ılık. Birine dokunduğumda kendim dahil yanakacakmış gibi hissediyorum. Diğer içimi soğutuyor bir diğeri ise ne yere ne de göğe sığmamı sağlıyor.
Birinin varlığını bilmek ve nerede olursa olsun nefes aldığının bilincinde olmak insana yaşadığını hissettiriyor. Uzakta da olsa iyi olduğunu biliyorsun ve o insanı hiçbir zaman kaybetmeyecekmiş gibi yaşayabiliyorsun. Ona dair anıları gün içinde sık sık hatırlamıyorsun. Sesini duymak bile yeterli geliyor çoğu zaman yüzünü göremiyorsan. Kaybının ise seni hiç yaralamayacağını düşünüyorsun. En azından ben böyle düşünüyordum.
Ta ki dedemi kaybedene kadar bu durum böyleydi.
Kaybın her türlüsünün zor olduğunu biliyordum ama bir insanın dünyadan tamamen kopuşuyla yüzleşmek gerçekten ağır geldi.
İçimde hiçbir zaman kapanmayacak bir yara varmış da her gün kanıyormuş gibi hissettim ama bilirsiniz ki her zaman kanayandan daha fazla kanayan birileri vardır. İnsana zor anlarda bir güç yükleniyor. Bana da o an bir güç yüklendi ama size şunu söylemek istiyorum. Çokça sevdiğim bir şarkıdan alıntı yaparak ‘Her acı zamanla geçmez, her giden mutlaka dönmez.’
Acılarımızla yaşamalı yaşam boyu birçok yası tutmayı öğrenmeliyiz.