Unutmak, işin hiçbir ucu bize dokunmadığı sürede söylemesi çok kolay bir kelimeden ibaret. Boşver, umursama ve unut. Ama işin ufacık bir ucu bile sana dokunuyorsa sanki dikenli bir zeminin üstünde çıplak ayaklarla yürümek gibi. Bu his nasıl tabir edilir bilmiyorum.
Aslında durum üç taraflı bir şekilde ele alınabilir. Bir, unutmak istemediklerimiz, iki unutmak istediklerimiz bir de unutmak zorunda kaldıklarımız. Hayat sanırım bu üçü arasında akıp giderken bazılarımız unutmanın lanetini üstünde taşıyor. Bazılarımız ise unutamamamanın. Oysaki unutmanın insanın acılarını hafifleteceği söylenir. Bu konuda kafam henüz çok karışık ve hangi noktada durmam gerektiğini bilmiyorum.
Bazen bir bakışı bazen bir öğüdü bazen de bir mezar taşını unutamıyor insan. Bazen de unutmak istemiyor. İnsan zaten kendi içinde o kadar çok çelişiyor ki sık sık ne istediğimizi bile anlayamıyoruz.
Herkesin gözlerinin içinde benzer şeyler görüyorum. Hepimiz bir bakıma benzer noktalardan parçalanıyoruz. Herkesin bir unutma anısı var. Sorsan unutmak istedim diyip geçiyorlar. Unutmak için uyuyoruz bazı geceler, hepimiz bir şeyleri zihnimizin karanlık odalarına kapatmanın peşindeyiz.
Sanki hayatımızın en karanlık köşelerinden birinde, gölgelerin arkasında gizlenmiş bir kapıda gizliyoruz. Kapıyı araladığımızda ise her şey tıpkı bir gardıroptan üstümüze dökülüyor gibi oluyor. Bir keresinde böyle bir rüya görüp çok korkmuştum. Şimdi hatırladığımda gülüyorum. Kimi zaman bu kapı, hüzünle dolu oluyor kimi zamansa kahkahalar taşıyor ama ikisi de unutmakla harmanlanıyor.
Unutmak tanrının bir armağanı mı bilmiyorum ama ben unutmamak için ayaklarımı ölesiye diriyorum. Peki siz, unutabildiniz mi?