İtalya’nın Milano kentinde yılbaşından itibaren açık havada sigara içmek yasak. Daha önce kısıtlı şekilde uygulanan ‘açık havada sigara yasağı’ 1 Ocak 2025 itibarıyla kamuya açık her yerde geçerli olacak. Epey radikal değil mi? Düşünsenize, sigarayı herhangi bir mekanda değil; kimseyi rahatsız etmeden mekan önlerinde, açık havada içeceksin ama ‘olmaz, yasak’ diyorlar. Peki bu insan nerede içecek sigarasını? Belediye, başka insanlarla araya en az 10 metre mesafe koyulabilen ‘izole’ alanlarda sigaraya izin veriyor. Ya da vatandaş evinde içecek bi’ zahmet! Yasağı delenlere 40-240 Euro arası para kesilecekmiş. Haberi okuyunca gülesim geldi... Çünkü bizim ülkede sigara yasaklarının nasıl delindiğini az çok biliyoruz. Daha geçen gün, İstanbul’da yeni açılan bir ocak başındaydık ve içeride sigara içirmedikleri için “Burası tutmaz!” diye söyleniyorduk. Komik ama öyle. Çünkü bugüne kadar gittiğimiz bütün kebapçılarda/balıkçılarda sigara içildiğini gördük biz. En azından sigara içenler için ayrı bir bölüm mutlaka vardır. Zira kimse rakı masasından ve muhabbetten kalkıp ikide bir kapı önünde sigara içmek istemez. Balıkçı masası ya da kebapçı masası muhabbet masasıdır, onun eşlikçisi de sigaradır. Buna bir şekilde ‘coğrafya kaderdir’ de diyebiliriz elbette. Bunlar gerçekler… Ama bu gerçeklerden yılmış yemek yazarları da var! Gastronomi dünyasının ordinaryüs profesörü sayılan Vedat Milor pek çok şikayet ettiği şeye sigarayı da ekleyerek, “Pofur pofur sigara dumanı koşullarında yemek yazmak, savaşa gitmek gibi bir şey oldu” diyerek Türkiye’de bu işi sık sık yapamayacağını ifade etti geçenlerde. “Lokantalarda, özellikle de benim en sevdiğim lokanta türlerinden olan kebapçı ve meyhanelerde püfür püfür sigara içiliyor” diyerek ekledi: “İçmeyen insan için bu dumana maruz kalmak işkence. Hele hele yemekte insanın iştahını kapatıyor, haz aldığın bir süreç tiksindiğin bir zaman dilimine dönüşüyor. Dünyada pek çok ciddi Japon lokantası, kadınların güçlü parfüm kullanmasını yasaklamışken, bizde duman altı olmak Ortadoğu’da bombardıman altında yaşamaya çalışmak gibi tehlikeli nerdeyse…” Bombardımanla sigarayı eş tutmak biraz abartılı olmuş ama durum bu. Bir tarafta “meyhane ve kebapçı sigarasız olmaz/tutmaz” diyenler... Bir tarafta da buna şiddetle karşı çıkanlar... Sizce bu maçın kazananı kim olur sayın okurlar?
Açken markete girmişim!
bu çok bombastik! Bu ayrılık açıklaması literatüre girer. Oyuncu Bestemsu Özdemir, meslektaşı Burak Deniz’le ayrıldığını şu sözlerle açıklamış: “Markete gittiğimizde aç olduğumuzda her şeyi almak isteriz ama tokken ihtiyacımız kadar alırız. Bazen duygusal olarak aç hissediyoruz ve elemeyi doğru yapamıyoruz.” Bence ağır ama çok da doğru bir açıklama. Yanlış insanlara, olmayacak insanlara kapılmanın çok net tarifi bu. Sevgi açlığından, ilgi açlığından, olmayacak insanların kollarına koşuyoruz. Olmayacak insanlardan sevgi dileniyoruz. Baba sevgisi yoksa öyle, anne sevgisi yoksa öyle. Çünkü hep bir yanımız eksik. Bunu psikiyatristler/uzmanlar daha iyi açıklayacaktır ama bence bu benzetmeyi bundan sonra çok sık duyacağız. Biri ayrıldı mı, hoop açıklama hazır: “Çok açken markete girmişim!”
Hâlâ umudu olanlar...
87 yaşındaki iş insanı İnan Kıraç, 75 yaşındaki eski Koç Holding çalışanı Emine Alangoya ile evlendi. Tebrikler. Ancak çiftin yaşından dolayı bu evlilik sosyal medyada epey gündem oldu. Tartışmasız bütün bekarlar birbirine bu haberi yolladı dün; “Umudumuzu kaybetmeyelim” diye ekleyerek. E biraz öyle! “Evlenmenin yaşı yoktur” dedirten bu haber başka neler dedirtmedi ki...
Sosyal medyada yazılanlara bir bakın:
* Hayata karşı umudum arttı resmen!
* Erken alınmış bir karar bence, biraz daha düşünselermiş!
* Aşk böyle bir şey işte; zaman mekan fark etmez.
* 87 yaşında evlenen var; ben hâlâ ex aşkımın profiline bakıyorum.
* Bu haberden net 90 bölüm dizi çıkar.
* Evlenmek için gerekli parayı biriktirirken biz!
Şişkin ve pişkin egolu adamlar
Defalarca yazdım... Muhabirlere görüntü vermemek için yanındaki kadını ortada bırakıp vınlayan adamdan hayır gelmez, o ilişki de yürümez. Yıllar içinde böyle davranan herkese üşenmeden verdim veriştirdim. Bu kez sırada Çağatay Ulusoy var. Aslıhan Malbora ve Çağatay Ulusoy bir ilişkiye başlamışlar, hayırlı uğurlu olsun, ki olur mu bu kafayla bilemedim ama neyse... Barselona tatili dönüşünde havalimanında muhabirlere yakalanmışlar. Yakalanmışlar dediysem, kızı kıstırmışlar, o da kem küm ediyor sorulara, arkasına bakıyor sürekli, sevgilisini bekliyor ama adam yok. Onu magazincilerin önünde yalnız bırakıp başka kapıdan çıkmış meğer. Kız bakıyor sevgili gelmeyecek, “Siz onu yakalayıp ona sorun en iyisi” diyor ve arkasını dönüp gidiyor. Görüntüleri izlerken utandım. Gece kulübünden çıkarken, birlikte gittiği kızı öylece bırakıp arabasına atlayan adamlardan ne farkın var senin? Az delikanlı olsanıza ya, yaşanan her neyse arkasında dursanıza. Ha, sana göre bir şey yaşanmadıysa, şık cümlelerle ifade et o zaman. Kalp kırma, değersiz hissettirme, ayıp etme. Utanıyorsan da, o kadınla birlikte olma. Ama olacaksan kaçak güreşmeyi bırak. Yetti erkeklerin şu şişkin ve pişkin egosu be! Ben olsam hayatta dönüp bir daha o adama bakmazdım ya da aynısını yapar ne hissettiğini sorardım.