Şirin Sever

09 Mayıs 2024, Perşembe 07:00

Yapay zekayla ilişki mi?

Ben bu yapay zekadan korkuyorum arkadaş! Hep yazıyorum, çiziyorum, söylüyorum; bakın, bir süre sonra ‘gerçek nedir’ anlamayacak hale geleceğiz. Söylemediklerimizi, yapmadıklarımızı ispatlamak zorunda kalacağız ama kimse bize inanmayacak! Tamam acayip bir teknoloji, ‘aa bakın kimlere şarkı söyletmişler’, ‘oo bilmem kimi nerde oynatmışlar’ falan dedik, güldük eğlendik ama iş başka boyuta geçti. Bakın yılın en iddialı kıyafetlerini izlediğimiz, herkesin çiçeklere, tüllere, acayip acayip tasarımlara büründüğü Met Gala yapıldı ya hani geçenlerde... Gala’ya gitmeyen Katy Perry’nin gala fotoğrafları üretilmiş yapay zekayla! Şarkıcının hayranları da Perry’nin gerçekten orada olduğunu sanmış ve bu görseller X’te 13 milyondan fazla görüntülenmiş. Birilerinin sizi olmadığınız bir yerde ‘varmışsınız’ gibi göstermesi korkunç değil mi? Ben Katy Perry’de falan değilim... Cinayet işlenen bir yerde gösterilip hapse bile girebiliriz, öyle bir hal. Daha fena şeyler de var... Mesela, yapay zekayla ilişki yaşayanlar! Bazı yapay zeka destekli flört uygulamalarında işler çığrından çıkmış. Hürriyet’te Umut Fırat Eroğlu’nun haberinde gördüm; olay şöyle... Replika, Candy.ai, Myanima.ai, Mitsuku gibi popüler flört uygulamalarının çoğu ilişki simülasyonu yapıyor. Yani bazılarında ekrandan sohbet ediliyor, bazılarında ‘yapay zeka arkadaş’ isteğe göre tasarlanabiliyor. Geçen ay yapay zeka kız arkadaş mağduru bir erkek ortaya çıkmış! İsmini açıklamayan bir genç, yapay zeka kız arkadaşına ayda 10 bin dolar harcadığını açıklayınca, olay başka boyuta taşınmış. Güler misin ağlar mısın şimdi? Gülerim çünkü olay nerden baksan komik! Aynı zamanda ağlarım da çünkü insanlığın geldiği hal gerçekten acıklı. Nasıl bir ruh halidir, nasıl bir akıl tutulmasıdır bu? Yazıda, uzmanların bu genç adamla konuştuğu ve şunu keşfettikleri yazıyor; gençler bu olayı oyun gibi görüyormuş. Yani bir ilişkide var olmanın yanı sıra onlarla video oyunu gibi oynuyorlarmış. Özetle gerçeklik algımız kayıyor! Yapay zeka, gerçekle ilişkimizi bozuyor, normal olamıyoruz ve işin kötü yanı da kimse bu konuda hiçbir şey yapmıyor. Üzücü ve korkutucu.

Anneler sahaya çıksın!

İspanya’da Getafe isimli futbol takımının oyuncuları, önceki gün karşılaşmaya anneleriyle çıkmış. Anneler Günü şerefine bu kararı alan kulüp, böylece annelerin destek ve teşviklerinin futbolcuların hayatları üzerindeki derin etkiye vurgu yapmak istemiş. Annesi hayatta olmayan ya da çeşitli nedenlerle karşılaşmaya gelemeyen futbolculara ise eşleri eşlik etmiş. Bence şahane bir Anneler Günü kutlaması; keşke bizim kulüpler de yapsa. Boş beleş, saçma kutlamalardan çok daha iyi olurdu. Hem belki yeşil sahalar biraz olsun yumuşar, tatlı bir ortam oluşurdu. Anneler için de unutulmaz bir anı tabii!

Tülin Özen

Oyuncuda hiç tereddüt yok!

Tülin Özen’e İstanbul Film Festivali’nde ‘En İyi Kadın Oyuncu’ ödülü getiren, dünya prömiyerini 80. Venedik Film Festivali’nde yapan Selman Nacar imzalı ‘Tereddüt Çizgisi’ni izledim geçen gün. ‘İzlenir mi?’ diyenlere dev hizmet sunuyorum şimdi: Evet, Tülin Özen oyunculuğu için izlenir! Adalet ve vicdan kavramlarını bir avukatın gözünden anlatan film, her bağımsız film gibi(!) taşrada geçiyor. Soğuk, sıkıcı, boğucu bir taşra şehri. Sanki yönetmen, ‘Coğrafya kaderdir’ gerçeğinin altını çizmek ister gibi. Filmin kahramanı, Özen’in oynadığı ‘Avukat Canan’. İlkeli, güçlü, yurtdışı master’lı, sert biri. Erkek ağırlıklı taşra adliyesinde duygularını gizlemeyi öğrenmiş; herkese mesafeli, aşırı ciddi. Her şeyi kontrol etmeye çalışırken de, işler değişiyor, yokuş aşağı gidiyor. Arada kalmak, vicdan muhasebesi, adalet arayışı, çıkış bulamamak.. Bu duyguların hepsini o kadar iyi oynuyor ki Tülin Özen, hayran kalıyorsun. Kendi deyişiyle “ne yapacağını bilememenin filmi bu.” Ancak, filmin hikayesinde bir ikna sorunu var. Müvekkilinin onu kandırması, buna rağmen vicdanının devreye girmesi fazla yüzeysel ve kolay geldi bana. Ama işte Tülin Özen izletiyor filmi. Şimdi büyük merakla, Tülin Özen’in ‘Canavar’ isimli oyununu izlemeye koşacağım.

05 Mayıs 2024, Pazar 07:00

Güzellik gerçek kalsın

Sertab Erener’in yüzüne yaptıkları, malum tartışmayı yine ve yeniden ateşledi: Yüzle bu kadar oynanmalı mı, oynanmamalı mı? İnsanlar değişmekten mutluysa bize ne? Neticede insan 50 yıllık yüzünden sıkılabilir, gayet geçerli bir neden bence. Ama işte, tam da burada önemli bir nokta var tartışılması gereken: Gerçek kalabilmek! Meseleye doğru yerden bakmak için de, sosyal medyada gördüğüm iki ayrı paylaşımdan bahsedeyim istedim… Bir sosyal medya hesabı, Yeşilçam’ın ünlü kadınlarını yapay zekayla gençleştirmiş. Türkan Şoray, Filiz Akın, Fatma Girik gibi sinemanın en güzel kadınları…

Güzellikleriyle hafızalarda öyle sağlam yer etmiş ki hepsi de, yapay zeka falan işlemez onlara bence. Zaten Türkan Şoray; gerçek gençlik fotoğrafı ile yapay zekanın yaptığı fotoğrafı yan yana koymuş ve cevabını vermiş. Allah aşkına bakın siz de; gerçek hali o kadar güzel, o kadar doğal, o kadar başka ki, yapay zeka yanına bile yaklaşamamış. G G G Benzer bir hikaye de Birce Akalay’dan geldi geçenlerde… 2024 yılında gerçek güzelliğin 20’nci yılını kutlayan Dove markası, yapay zekadan yeni bir Birce yaratmasını istemiş. Devamını Akalay kendi hesabında anlatıyor: “Dove, benim bu sağda gördüğünüz fotoğrafımdan yola çıkarak, yapay zekadan benim yaşımda, benim mesleğimde, benim yaşadığım ülkede, benim gibi bir kadın hayal etmesini istedi. Daha doğrusu yapay zekaya dedi ki, ‘Birce Akalay’ı hayal et’. Yapay zeka beni hayal etmiş ama bu ben değilim! Ve asıl önemlisi benim yüzümdeki hiçbir yaşanmışlık yapay zekadaki Birce Akalay’da yok. Uzmanlar, 2025 yılında online içeriklerin yüzde 90’ının yapay zeka tarafından üretileceğini söylüyor. O zaman gelecek; gerçek olmayan, yaşanmışlığı olmayan kadın görselleri ile dolacak. İşte bu yüzden Dove yapay zekaya dikkat çekiyor ve hepimizi #GüzellikGerçekKalsın demeye davet ediyor.” Şahane bir reklam ve şahane bir duruş bence. Dahası da var; marka diyor ki, ‘Ben Dove olarak reklamlarımda asla yapay zeka kullanmayacağım.” İşte budur, tebrik ediyorum kendilerini. Güzel kadın algısının her geçen gün sanallaştığı, gerçeklikten uzak yüzlerin ortalığı sardığı, herkesin birbirine benzediği şu günlerde çok önemli bir paylaşım. Birce Akalay’ın gerçek güzelliği, yapay Birce’ye bin basmıyor mu sizce de? O yüzden işte Sertab Erener’e bu kadar tepki gösteriliyor belki de… Kendisi olsun, Sertab gibi kalsın diye.

Hıdırellez temsilcisi Suzan

Bugün Hıdırellez... Baharın ve doğanın uyanmasının ilk günü. Herkesin kutlama ritüelleri değişmekle birlikte genelde ateşler yakılır, ateşin etrafında toplanıp şarkılar söylenir, dans edilir, dilekler tutulur, ateşin üzerinden atlanır, dilekler de gül ağacına asılır. Türkiye’de Hıdırellez geleneğinin kültür elçiliğini yapan isim de, yıllardır sanatçı Suzan Kardeş olmuştur. Meğer 2019’dan bu yana her yıl UNESCO’dan teşekkür mektubu alıyormuş bu geleneği yaşattığı için. ‘Geleceğe Aktarılan Mirasın Temsilcileri’ listesine alınmış; ‘Yaşayan İnsan Hazinesi’ belgesi verilecekmiş kendisine. Oh, ne güzel olmuş. İnsanlara iyi gelen, eğlenmeyi/kutlamayı hatırlatan böyle bir geleneği bizlere her yıl yaşattığı için tebrik ediyorum kendisini. Bugün de Maximum Uniq Açıkhava’da ‘Suzan Kardeş’in Hıdırellez Festivali’ başlıklı bir konser verecek. Suzan’ın Hıdırellez şenlikleri toplu ayin gibi olur, herkes mest olur, çok eğlenilir. Kaçırmayın derim.

Böyle modaya tükürülür ancak!

02 Mayıs 2024, Perşembe 07:00

Başkası adına utanmak!

Utanmak çok güzel bir meziyet bence... Hatalarından ders almak, kendini geliştirmek demek. Ama günümüz dünyasında geçer akçe değil pek, o da ayrı mevzu. Bakın, Berfu Yenenler YouTube programında oyuncu Seda Bakan’ı ağırlamış, sohbet baby shower’a gelmiş. Seda Bakan, “Ne o öyle herkesten hediye beklemek! Çok ayıp değil mi?” demiş.

Sunucu kızımız da “Her şey çok pahalı, doğru dolulukta gelmeli insanlar” tadında şeyler söylemiş. Sanki başkasına doğuruyor, pes! Seda Bakan ısrarla “Kimseye bana hediye getirin diyemem. Bir kere bizim kültürümüze aykırı, gelen zaten eli boş gelmiyor ki” dedikçe, Yenenler hiç utanmadan “Ben o kültürü hemen sahiplenirim” diyerek devam ediyor. Üç beş hediye için ne laflar, ne laflar... Seda Bakan ne kadar olgun ve terbiyeli biriymiş ki, kıza ısrarla anlatmaya çalışıyor; “Baby shower yapacağına, bebeğinin eksiklerini al” diyor çünkü baby shower partisi de bir maliyet sonuçta. Ama kızımız hiç oralı olmuyor! Başkası adına utanmak ne, izlerken onu yaşadım resmen. Bu muhabbet çok tepki çekince, eşi Eser Yenenler devreye girmiş bu kez, şakalar makalar, ‘baby shower yapanlar destek olsun hadi’ler falan... Savundukları görgüsüzlüğü devam ettirmeleri hepten olay! Hep söylerim; bir insanda utanma duygusu yoksa, ona hiçbir şey anlatamazsın. Boşversinler artık, buradan devam!

TENİS YILDIZI ZENDAYA

Zendaya’nın bir tenis yıldızını oynadığı ‘Rekabet- Challengers’ filmini izledim geçen gün. Tam tenis severlerin seveceği bir film ama benim izleme nedenim başrol oyuncusu Zendaya! Zira son yılların en popüler oyuncusu Zendaya’nın havasına, edasına, aurasına, stiline bayılıyorum. Tam bir ‘it girl’ bence. Zendaya filmde sakatlık sonucu tenisi genç yaşta bırakan bir tenis koçunu oynuyor. Ona aşık iki dostun arasına girip, onları parmağında oynatıyor. Yani hem romantizm var, hem spor! Filmle ilgili röportajları okurken dikkatimi çekti; ilk kez tenis oynamış Zendaya. Üç aylık bir eğitimden sonra rolünü oynamış. Müthiş bir adanmışlık değil mi? Hatta yıldız tenisçi Serena Williams kendisini izleyecek diye çok gerginmiş, baştan peşin peşin özür dilemiş kendisinden. Bence şahane bir performans sergiliyor ama usta tenisçiler daha iyi bilir tabii.

NEREDE NE GİYECEĞİNİ BİLMEK DE BİR SANAT...

Hikaye bir yana, ‘Rekabet’ filminde sürekli Zendaya’yı izliyorsunuz ister istemez… Çünkü son yılların stil ikonu kendisi. Daha 27 yaşında ama her kırmızı halıda, her ödül töreninde onun stili konuşuluyor. Bu film için katıldığı gösterimlerde de ilhamını tenisten alan kıyafetlerle poz veriyor hep. Tenis topu detayı olan ayakkabı, tenis topu renginde kıyafetler... Filme dikkat çekmek için canla başla çalışıyor; işte profesyonellik budur! Nerede ne giyeceğini bilmek de bir sanat bence ve bizim ünlülerimiz bunu asla beceremiyor.

28 Nisan 2024, Pazar 07:00

Sadece karnaval değil bir medeniyet gösterisi

Nisan ayında portakal çiçeklerinin enfes kokuları yayılmaya başladığı an, Adana’da Portakal Çiçeği Karnavalı vakti de gelmiş oluyor. 12 yıl boyunca Adana sokaklarında insan seli oluşturan karnaval; bu sene de coşku, enerji, hoşgörü ve eğlenceyle doluydu. Adana halkının sahiplendiği ve medeniyet dersi verdiği bu şahane karnavalın mimarı Ali Haydar Bozkurt ile karnaval ruhunu konuştuk...

Her yıl olduğu gibi, bu yıl da ‘Nisanda Adana’da’ydık. Hem de epey kalabalık bir basın ordusuyla. Dünyanın dört bir yanından gelenler de cabası. Geçtiğimiz hafta 12’ncisi yapılan Portakal Çiçeği Karnavalı’nın tadını çıkarmak için Adana’ya akın etti herkes. Çünkü başka bir coşku var bu karnavalda. Birlik, beraberlik ruhu hepimize iyi geliyor, eğleniyoruz, salıyoruz kendimizi. İyi de bu karnavalın sırrı ne? İşte onu da karnavalın mimarı Ali Haydar Bozkurt anlatsın istedim. Kendisi aslında otomotiv dünyasından başarılı bir iş insanı. Toyota, Lexus ve BYD’nin Türkiye distribütörü olan ALJ (Abdul Latif Jameel) grubunun İcra Kurulu Başkanı ve Toyota Türkiye CEO’su. Ama yetiştiği, büyüdüğü Adana’ya aşkı bambaşka. O yüzden tam 12 yıldır insanlara Adana’yı tanıtmak için canla başla bu işi üstleniyor. Ali Haydar Bozkurt, Karnaval Komite Başkanı olarak karşınızda.

Karnaval bizim için yine şahane geçti. Peki, sizin için nasıldı?

Geçen yıl deprem nedeniyle yapılamadı malum, o nedenle bu yıl en yüksek katılım gerçekleşti. Yabancı ülkelerden gelen de çoktu. Bu çok mutluluk verici çünkü artık karnavalın bir marka değeri olduğunu gösterir bu. Bizim en büyük hedefimiz, bu işi uluslararası hale getirmekti zaten. Kendiliğinden gelen yabancı TV kanallarıyla karşılaşıyoruz. Bu yıl 14 ülkenin büyükelçisi vardı karnavalda. Kendi ülkelerinden performans gösterileri ile katılmak istiyorlar üstelik.

Ne kadar insan geldi?

Emniyet birimlerinin verdiği rakamlara göre; Adana sokaklarında hafta sonu 1.5 milyon civarında insan vardı. Dolayısıyla yapılan harcamalar da 7-8 milyar TL’yi bulmuştur. Birçok esnafla konuştum... Kimi diyor ki, “6 aylık kiramı çıkardım”, kimi diyor ki “Bir ay boyunca yapmadığım satışı 2 günde yaptım.” Karnaval’ın yarattığı moral faydadan çok, bir de ekonomik fayda var.

25 Nisan 2024, Perşembe 07:00

Aşk mı bunun adı, şov mu?

Geldi bahar ayları, gevşer gönül yayları demişler madem... Hakkını verelim, aşktan meşkten bahsedelim biraz. O zaman kendime kurban olarak Victoria-David Beckham çiftini seçiyor ve başlıyorum sevgili okurlar... Ünlü çiftimiz, geçenlerde Victoria Beckham’ın doğum günü partisinde görüntülendi malum; David Beckham spor salonunda ayağını sakatlayan eşini sırtına almış ve arabaya taşımış çıkışta.

Ben de o kareleri görünce şöyle yazdım: “Ne kadar ünlü olursan ol, yine de haber olmak istiyorsun, görülmek/ konuşulmak istiyorsun. Pardon ama bunların bu habere ihtiyacı mı var artık? Hiç samimi gelmedi bana, gören söylesin bi’ zahmet!” Bir dostum da bana dedi ki cevaben, “Aşk o, aşk!” Ben de ona dedim ki, “Aşk olsa duramazdık!” Evet duramazdık, geçerdi bize o duygu; bir like, bir kalp, bir alkış emojisi atardık, o kadar da duyarsız değiliz! Sonra yorumlara baktım; çoğuna göre ‘ne kadar da romantik bir hareket, David adamın dibi, erkeğin hası’ vs. Ne çabuk kanıyorsunuz yahu! Kadın partiye koltuk değneğiyle giriyor, bütün gece ayakta şarkı söylediği görüntüler var ama çıkarken bir tekerlekli sandalye, bir değnek bulunamıyor nedense! Bakın, Victoria- David Beckham dünyanın en ünlü çiftlerinden biri, aşkları da herkesin malumu ama hala bu kareyi vermek için çırpınıyorlar. Hanımcılık mı dersiniz, adamlık mı dersiniz sizi bilmem ama buram buram şov kokuyor. Bunu kimsenin olmadığı yerde yapsalar, kendi hallerindeyken mesela; dünyanın en romantik hareketi olur ama işte kapıda onlarca gazeteci beklerken yapıyorsanız, pek samimi durmuyor. Bu çiftin derdi beni germiş falan değil, sadece kimse kendi halinde kalmayı sevmiyor, herkes görünmek/konuşulmak istiyor, en ünlüsü bile. Tam buraya parmak basıyorum ve şaşırdığımı söylüyorum. Etrafınıza bakın, herkes böyle, en yakın dostlarınız bile. Daha çok görünmek, daha çok konuşulmak derdinde herkes. Söylesenize takriben ne zaman biter bu kaygı?

Bir bankın lafı mı olur?

Alın size başka bir aşk muhabbeti... Eskişehir Tepebeşı Belediyesi’nin bankını çalmış bir vatandaş ve X’te paylaşıp altına şöyle yazmış: “Beraber oturduk diye bankı çaldım, ben mi sevmedim?!!” Belediyenin hesabından vatandaşa cevap gecikmemiş: “Aşka ve aşk acısına saygımız sonsuz da olsa, lütfen bankı aldığınız yere bırakınız.” Tatlı bir haber, her şeye rağmen aşka inanan birilerinin var olduğunu bilmek insanı gülümsetiyor. Ama işte, paylaşımı yapan makara peşinde olduğunu, bankı çalmadığını yazdı ve aşka inancımız da orada sıfırlandı anında. Zaten paylaşımın altına yazılan yorumlara bakınca aşkla ilgili kafalar ne kadar karışık görmek mümkün. Bakın neler yazmışlar:

* Aşka inanan var mı hala ya?
* Erkekler sevmeyi bilmiyor diyen kızlar utanır mı?

21 Nisan 2024, Pazar 07:00

Boykot yapmak mı yapmamak mı?

‘Sosyal medya hiçbir şey değil’ diyenlere hiçbir zaman katılmadım... Evet sosyal medya her şey değil ama çoğu zaman da çok şey! Bakın 110 TL’lik kurabiyeye tepkiler, işi nasıl bir boyuta taşıdı? Türkiye bu hafta sonu fahiş fiyat boykotuna gidiyor. Yani insanlar küçülmüş porsiyon, kalitesi düşmüş yemek sunan fahiş fiyatlı restoran ve kafeleri boykot etmek için sözleşti, sosyal medyadan da herkesi bu boykota katılmaya çağırıyor. Durum ne, kim nereye tepkisini koyuyor an itibarıyla bilmiyorum ama bu boykot çağrısını destekleyen de var, yanlış bulan da. Bir kesim çağrıya karşılık ‘varım’ diyor... Bir kesim de ‘bir tek kafe ve restoranlar mı sorumlu bu fiyatlardan?’ diyerek bu boykotu doğru bulmuyor. Onlara göre, her sektörün üç kağıtçıları var; işini dürüst şekilde yapanlar neden cezalandırılıyor? Hem doğru, hem değil aslına bakarsanız... Evet doğru; markette aldığımız ürünlerin fiyatlarından bile yaka silkiyoruz, bir de onu alıp, işleyen, pişiren, sunan, kira ödeyen, eleman çalıştıran bir işyeri elbette maliyetine satış yapmayacak. Buraya kadar tamam, enflasyon oranında zammını yapana kim ne diyecek? Ancak enflasyonun üzerinde zam yapan fırsatçılar da çok. Belki kurunun yanında yaş da yanacak ama en azından dükkanı boş kalanlar, yanlışını görecek/ anlayacak, kimbilir... Bir hukukçunun dediği gibi; “Ekonominin yönetilmeyişine tepki göstermek yerine fiyat etiketine yahut menüye kızarak dükkan sahibine tepki göstermek ilkeldir.” Olabilir ama o dükkan sahibinden başlayabiliriz!

Protesto işte böyle olur!

Dünyanın en tatlı protestosu olabilir, net! Bolu Gölcük’te tartışmalı şekilde yapılan 25 bungalovun kiralanması belediye ile halkı karşı karşıya getirmiş. Olayı protesto etmek için belediye meclisinin toplantısını basanlar arasında Bolu Belediye Başkanı Tanju Özcan’ın öğretmen eşi Meral Hanım da varmış. Başkan eşini görünce, “Ben de seni protesto ediyorum, akşam eve geç geleceğim” demiş. Ya şahane değil mi, bayıldım ben. Meral Hanım eşiyle aynı fikirde olmadığı için, bunu da çekinmeden ortaya koyduğu için şahane bir insan. Başkan Özcan ise bu eli görüp artırdığı için şahane. Siyaset dünyası böyle tatlılıklarla çekilebilir hale geliyor işte, az biraz uyum, hoşgörü ve mizah lütfen!

Nasıl bir hayal gücü bu?

Sosyal medyada sürekli şu oluyor: Bir deli bir kuyuya bir taş atıyor, sonra hoop herkes o taşı çıkarmaya çalışıyor. O yazılana itibar etmemek, oralı olmamak, umursamamak, gülüp geçmek falan diye bir şey yok. Yangına körükle koşuyorlar üstelik. İnanılmaz gerçekten. Cem Yılmaz bir fotoğraf paylaştı geçenlerde... Rahatsızlığı nedeniyle ayrık gözlere sahip olan oyuncu Marty Feldman’ın bir karesiydi paylaştığı. Bazı takipçileri de anında, bu paylaşımın eski sevgilisi Serenay Sarıkaya’ya gönderme olduğunu söyledi. Neden? Çünkü Serenay’ın bir davette giydiği kıyafet ve dekoltesi nedeniyle! Göğüsler ayrık diye, ona gönderme yapmış Cem! Yani nasıl bir takiptir, anlam aramaktır, sezme yeteneğidir bu, şapka çıkarıyorum. Sormuş da cevap almışlar kadar net herkes. E haliyle gazeteler, magazin siteleri bu haberle coştukça coştu. Tepkiler çoğalınca da Cem Yılmaz gösterisinde açıklama yaptı; bir gözü az görüyormuş, onu ima etmiş falan... E kapat mevzuyu değil mi? Yok kapanmaz! Hemen ardından Serenay başka fotoğraf paylaştı, ona da ‘şaşı poz verdi, Cem’e gönderme yaptı’ yazdılar bu kez. Bakıyorum bakıyorum şaşılık yok, normal bakıyor kız! Nasıl bir uydurmasyon, nasıl bir hayal dünyası yahu! Vallahi bu işi gücü olmayanlar, hangi karenin altına ne yazsam diye aportta bekleyenler bizi de aptal eder. Uzak durun, oralı olmayın.

18 Nisan 2024, Perşembe 07:00

‘Aman ne ucuz ki artık’ demeyin, tavrınızı koyun!

Ne pahalı ne değil, artık anlamıyorum... Acayip uçuk bir fiyatı gayet normal buluyorum, ucuz bir şeyin de çok pahalı olduğunu düşünüp tepki gösteriyorum. Akıl tutulması gibi. Ama tek bir kurabiyenin de 110 TL etmeyeceğini biliyorum! O kadar da değil. Malum, Kuzguncuk’ta tanesi 110 TL’ye satılan kurabiye konuşuluyor günlerdir. Alan kişi önce kilosu 110 TL sanıyor, alınca görüyor ki tek bir kurabiye 110 TL. Mesele ‘alamamak’ meselesi de değil; enflasyon bahanesiyle fırsatçılık yapılması. Asıl bunun üzerinde durulması gerekiyor. Çünkü bu durum bütün piyasayı tetikliyor, zincirleme bir şekilde herkes şirazesinden çıkıyor. “Alan var ki o fiyatı koyuyor adam” diyebilirsiniz... Doğrudur, arz talep meselesi olabilir. Ancak fahiş fiyata tepki gösterilmezse, bütün kurabiye fiyatlarının o seviyeye çıkacağını, bu fırsatçılığın daha da artacağını unutmayın. Bu arada kurabiye sadece bir örnek; böyle çok şey var örnek gösterilecek. İşte o yüzden yapmayın! 110 TL’lik o kurabiyeyi almayın ki, yapmasınlar. Yapamasınlar! Ben kendi adıma şunu söyleyeyim: Fiyatını duyunca şaşırdığım şeyi almaktan vazgeçiyorum. Bir pet şişe suya 80 TL istediklerinde, almıyorum. Protesto ediyorum. “Kalsın, bu fiyata almayacağım” diyorum ve bundan da hiç utanmıyorum. Kişisel olarak bu protestoyu yapmazsak, gerçekten hiçbir şey alamayacak hale geleceğiz. Ne yapacağız peki? Kendi çözümlerimizi üreteceğiz. Evde yapıp yanımızda taşıyacağız. Kurabiyeni evde yap çantana at, kahveni evde yap termosa koy, yemeğini de yapabiliyorsan yanında taşı. Sosyal medyada bunun için yüzlerce alternatif var. Üstelik dışarda yediklerinden daha sağlıklı, daha doyurucu, daha kaliteli olacak. Pahalılıktan turistin de İstanbul’dan el ayak çekmesine çok az kaldı! Turisti de geçtim; tavrımızı koymazsak yakında bir kafede/ restoranda oturmak bile hayal olacak. İzleyelim görelim.

‘Yemediğini eve götür’ akımı

Sosyal medyada yeni bir akım başlamıştı bir süre önce... Lokantada yediği yemeği bitiremeyenler, kalanları çantalarından çıkardıkları saklama kabına koyarak eve götürüyorlar. Bir kadın yaptı ve “Şimdi herkesi bu akımı yapmaya davet ediyorum” dedi. Epey de yayılmıştı. Elbette kimileri de tepki gösterdi buna. Oysa çok normal. Anormal fiyatlara yemek yiyoruz artık. Satın alma gücü açısından İstanbul’un ne kadar pahalı olduğu da ortada. İnsanlar yemeklerini bitiremiyorsa paket yaptırsın elbette. Dünyanın her ülkesinde var bu adet ama bizde gösteriş yapma kültürü çok yaygın maalesef. Bence yapanlar şahane yapıyor, kimseyi umursamayın, siz de yapın. Para kolay mı kazanılıyor?

Ne anneymiş arkadaş!

önce Metin Akpınar’ın bir kızı olduğu ortaya çıktığında düşüncelerimi yazmıştım... Bir çocuk doğuracaksan, baba adayının da haberi olmalı. Ortak kararla yapılmalı. Diyelim habersiz yaptın o çocuğu, yıllar sonra o çocuklar babanın karşısına çıkıp ‘beni bağrına bas’ dediğinde işler öyle Türk filmlerindeki gibi olmayacaktır. Nitekim, izliyoruz olanları. Baba kız arasındaki olaylar durulmuyor. Taraflar kılıçları çekti, birbirine olmadık şeyler yapıyor. Bunu da geçtik, asıl mesele Akpınar’ın kızı Duygu Nebioğlu değilmiş. Asıl olay anne Suphiye Orancı imiş! Metin Akpınar’ın kızı Duygu Nebioğlu, “Ablamın babası da ünlü bir gazeteci” demez mi? Ortaya çıktı ki, Uğur Dündar’dan bahsediliyor. Dündar ise jet hızla açıkladı: ‘DNA testi yapıldı, baba ben değilim.’ Abla Dilara G. sonucu kabul etmedi, itiraz edecekmiş. Peki sıkı dostlar Metin Akpınar ve Uğur Dündar aynı kadınla mı birlikte olmuş, mevzunun o kısmı meçhul, oraya gelinemedi bile! Dahası, Duygu Nebioğlu annesini bulmak için Müge Anlı’ya çıktı. Çünkü anne ortada yok! Vay be, ne Suphiye’ymiş, ne aileymiş arkadaş! 4 bebek doğurup onları terk etmiş, Almanya’ya gitmiş, orada da başka çocuklar yapmış kadın. Bütün bunlar film olsa ya da ‘arkası yarın’ tadında dizi çekilse ‘saçmalık’ der kapatırsın ama hepsi de gerçek hikaye. Acıklı olansa, büyüklerin cezasını çocukların çekmesi. Bir genç kız her gün gazetelerde/televizyonlarda babasının ilgisini ve parasını istiyor, güya hakkını arıyor, annesini bulmaya çalışıyor falan... Keşke istenmediği hayatlara dahil olmaya çalışmak yerine, kendi hayatına devam etse, kendiyle barışsa, kendini sevse sadece. Emin olsun ki bu diğerlerinden daha kolay.

Threads geldiği hızla gitti

15 Nisan 2024, Pazartesi 07:00

Boş şişeni götür, yeniden doldur, plastik kullanımını azalt!

OMO, Migros işbirliği ile yeniden dolum ünitelerinin sayısını artırdı. Ortaköy 3M Migros, Ankara 5M Migros Ankamall ve İzmir 5M Migros Forum Bornova’ya boş şişeyle git, yeniden doldur; hem daha ucuza alışveriş yap, hem de plastik kullanımını azalt!

Gezegenimizin karşı karşıya kaldığı en önemli sorunlardan biri, iklim krizi. O yüzden de son yıllarda birçok yerden sürdürülebilirliğin ne kadar önemli olduğunu duyuyoruz, atıklarımızı azaltmak ve dönüştürmek istiyoruz. Fakat bunları hayatımızın, günlük rutinlerimizin içinde ne kadar uygulayabiliyoruz? Aslına bakarsanız, gerçek değişimden bahsedebilmek için kolektif bir çaba gerekiyor. Yani herkesin elini taşın altına sokması şart! Kurumların, kanun koyucuların çalışmalarının yanında şirketlerin de kendi içerisinde dönüşümden geçmesi, bunu yaparken sürdürülebilir adımları insanların da dahil olabileceği formatlarla toplumla buluşturması önem taşıyor. Geçenlerde tam da bunları düşünürken, şahane bir projeden haberdar oldum. Alışveriş sırasında bile plastik ayak izimi azaltabileceğimi öğrendim!

TEMİZ GELECEK VİZYONU

Türkiye’nin sevilen çamaşır bakım markalarından OMO, Migros işbirliği ile Yeniden Dolum Ünitesi’ni yeni noktalarda faaliyete geçirmiş bulunuyor. ‘Temiz Gelecek Vizyonu’ doğrultusunda ürün içeriklerinden onu saran ambalajlara kadar içten dışa bir dönüşüm içinde olan OMO, plastik ayak izini azaltmak için de kolay ve uygulanabilir çözümler geliştirmeye devam ediyor. Tüketicilerin OMO Sıvı Deterjan şişelerini tekrar kullanmasını mümkün kılan OMO Yeniden Dolum Ünitesi de bunlardan biri. İlk denemesi İstanbul’da Ataşehir 3M Migros mağazasında yapılan OMO Yeniden Dolum Ünitesi ile tüketiciler boş OMO sıvı deterjan şişelerini yeniden doldurabiliyor. Böylece şişelerin birer atığa dönüşmesinin önüne geçilirken doğaya duyarlı bir adım atan tüketiciler de plastik ayak izlerini azaltmış oluyor.

İSTANBUL, ANKARA, İZMİR’DE

Bir yılda 12 bine yakın dolum yaparak plastiksiz çözümleri daha ekonomik fiyatıyla sunan OMO, daha çok insana ulaşmak için ünitelerini üç yeni noktayla buluşturuyor. OMO ve Migros iş birliğiyle Yeniden Dolum Üniteleri şimdi de Ortaköy 3M Migros, Ankara 5M Migros Ankamall ve İzmir 5M Migros Forum Bornova mağazalarında müşterilerin hizmetine sunuluyor. OMO Yeniden Dolum Ünitesi’ni kullanmak isteyen tüketicilerin tek yapması gereken OMO Sıvı Deterjan şişelerini yanlarında getirmek. Beyaz çamaşırlar için OMO Active Fresh Cold Power Beyazlar, renkli çamaşırlar için ise OMO Active Fresh Cold Power Renkliler Sıvı Deterjan seçeneklerini sunan ünite, iki farklı boyutta şişeyi yeniden doldurabiliyor. OMO Sıvı Deterjan şişeleri, dolum işlemi için istenildiği kadar kullanılabiliyor.

HEM DOĞAYA HEM BÜTÇELERE YARIYOR