Ne pahalı ne değil, artık anlamıyorum... Acayip uçuk bir fiyatı gayet normal buluyorum, ucuz bir şeyin de çok pahalı olduğunu düşünüp tepki gösteriyorum. Akıl tutulması gibi. Ama tek bir kurabiyenin de 110 TL etmeyeceğini biliyorum! O kadar da değil. Malum, Kuzguncuk’ta tanesi 110 TL’ye satılan kurabiye konuşuluyor günlerdir. Alan kişi önce kilosu 110 TL sanıyor, alınca görüyor ki tek bir kurabiye 110 TL. Mesele ‘alamamak’ meselesi de değil; enflasyon bahanesiyle fırsatçılık yapılması. Asıl bunun üzerinde durulması gerekiyor. Çünkü bu durum bütün piyasayı tetikliyor, zincirleme bir şekilde herkes şirazesinden çıkıyor. “Alan var ki o fiyatı koyuyor adam” diyebilirsiniz... Doğrudur, arz talep meselesi olabilir. Ancak fahiş fiyata tepki gösterilmezse, bütün kurabiye fiyatlarının o seviyeye çıkacağını, bu fırsatçılığın daha da artacağını unutmayın. Bu arada kurabiye sadece bir örnek; böyle çok şey var örnek gösterilecek. İşte o yüzden yapmayın! 110 TL’lik o kurabiyeyi almayın ki, yapmasınlar. Yapamasınlar! Ben kendi adıma şunu söyleyeyim: Fiyatını duyunca şaşırdığım şeyi almaktan vazgeçiyorum. Bir pet şişe suya 80 TL istediklerinde, almıyorum. Protesto ediyorum. “Kalsın, bu fiyata almayacağım” diyorum ve bundan da hiç utanmıyorum. Kişisel olarak bu protestoyu yapmazsak, gerçekten hiçbir şey alamayacak hale geleceğiz. Ne yapacağız peki? Kendi çözümlerimizi üreteceğiz. Evde yapıp yanımızda taşıyacağız. Kurabiyeni evde yap çantana at, kahveni evde yap termosa koy, yemeğini de yapabiliyorsan yanında taşı. Sosyal medyada bunun için yüzlerce alternatif var. Üstelik dışarda yediklerinden daha sağlıklı, daha doyurucu, daha kaliteli olacak. Pahalılıktan turistin de İstanbul’dan el ayak çekmesine çok az kaldı! Turisti de geçtim; tavrımızı koymazsak yakında bir kafede/ restoranda oturmak bile hayal olacak. İzleyelim görelim.
‘Yemediğini eve götür’ akımı
Sosyal medyada yeni bir akım başlamıştı bir süre önce... Lokantada yediği yemeği bitiremeyenler, kalanları çantalarından çıkardıkları saklama kabına koyarak eve götürüyorlar. Bir kadın yaptı ve “Şimdi herkesi bu akımı yapmaya davet ediyorum” dedi. Epey de yayılmıştı. Elbette kimileri de tepki gösterdi buna. Oysa çok normal. Anormal fiyatlara yemek yiyoruz artık. Satın alma gücü açısından İstanbul’un ne kadar pahalı olduğu da ortada. İnsanlar yemeklerini bitiremiyorsa paket yaptırsın elbette. Dünyanın her ülkesinde var bu adet ama bizde gösteriş yapma kültürü çok yaygın maalesef. Bence yapanlar şahane yapıyor, kimseyi umursamayın, siz de yapın. Para kolay mı kazanılıyor?
Ne anneymiş arkadaş!
önce Metin Akpınar’ın bir kızı olduğu ortaya çıktığında düşüncelerimi yazmıştım... Bir çocuk doğuracaksan, baba adayının da haberi olmalı. Ortak kararla yapılmalı. Diyelim habersiz yaptın o çocuğu, yıllar sonra o çocuklar babanın karşısına çıkıp ‘beni bağrına bas’ dediğinde işler öyle Türk filmlerindeki gibi olmayacaktır. Nitekim, izliyoruz olanları. Baba kız arasındaki olaylar durulmuyor. Taraflar kılıçları çekti, birbirine olmadık şeyler yapıyor. Bunu da geçtik, asıl mesele Akpınar’ın kızı Duygu Nebioğlu değilmiş. Asıl olay anne Suphiye Orancı imiş! Metin Akpınar’ın kızı Duygu Nebioğlu, “Ablamın babası da ünlü bir gazeteci” demez mi? Ortaya çıktı ki, Uğur Dündar’dan bahsediliyor. Dündar ise jet hızla açıkladı: ‘DNA testi yapıldı, baba ben değilim.’ Abla Dilara G. sonucu kabul etmedi, itiraz edecekmiş. Peki sıkı dostlar Metin Akpınar ve Uğur Dündar aynı kadınla mı birlikte olmuş, mevzunun o kısmı meçhul, oraya gelinemedi bile! Dahası, Duygu Nebioğlu annesini bulmak için Müge Anlı’ya çıktı. Çünkü anne ortada yok! Vay be, ne Suphiye’ymiş, ne aileymiş arkadaş! 4 bebek doğurup onları terk etmiş, Almanya’ya gitmiş, orada da başka çocuklar yapmış kadın. Bütün bunlar film olsa ya da ‘arkası yarın’ tadında dizi çekilse ‘saçmalık’ der kapatırsın ama hepsi de gerçek hikaye. Acıklı olansa, büyüklerin cezasını çocukların çekmesi. Bir genç kız her gün gazetelerde/televizyonlarda babasının ilgisini ve parasını istiyor, güya hakkını arıyor, annesini bulmaya çalışıyor falan... Keşke istenmediği hayatlara dahil olmaya çalışmak yerine, kendi hayatına devam etse, kendiyle barışsa, kendini sevse sadece. Emin olsun ki bu diğerlerinden daha kolay.
Threads geldiği hızla gitti
9 Temmuz 2023’te şöyle yazmışım Threads için: “Twitter’ın aynısı!” Peki niye girdik o zaman? Elon Musk’a kıl olduğumuz için! Zira Elon Musk, Twitter’ı satın aldığı günden beri hiç durmadı, oynadı da oynadı platformla. Sonunda da herkes başkasının kollarına koştu. Threads’in ortamı nasıldı ilk zamanlarda? Twitter’ın ilk zamanları gibi; dutluk! Twitter’da öyle bir toplumsal baskı ve linç vardı ki, millet kafasına göre yazıyor çiziyordu istediği her şeyi. Peki 13 Mayıs’ta ne yazmışım Threads için: “İlk iki gün hızlı geçti, şimdi bahseden bile yok! Threads ortaya çıktığı hızla eskidi mi?” Evet öyle oldu. Bakın, daha bir sene dolmadan Threads Türkiye’de kapanıyor. Yahu isminde meymenet yok bir kere! Bir de platformdan çıkanların Instagram hesabını da kaybetmesi gibi saçma kurallar olması herkesi irite etti. Nitekim rekabet kuralları gereği (Instagram’daki verilerle entegrasyon) Threads Türkiye’de kullanıma kapandı. 13 Mayıs’ta dediğim çıktı; Threads ortaya çıktığı hızla eskidi. Demek ki neymiş, her hıyarım var diyene tuzlukla koşmamak lazımmış.