Bilenler bilir; İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin sahip çıktığı bir köpek var; adı Boji. Kendisi seyahat etmeyi pek sevdiği için, toplu taşıma araçlarını sık sık kullanıp şehrin tadını çıkardığı için belediye ona kol kanat gerdi. Hatta ‘Boji’ adında kendi hesabı bile var. Bir süre önce Boji’nin insanların eşyasına saldırdığı hatta tramvaya kaka yaptığı iddia edildi. Üstelik bir koltuğun üzerinde dışkı görüntüleri vardı.
Neyse ki tramvaydaki kameralar ortaya çıkardı ki; bu köpekle ne derdi olduğu belli olmayan bir ‘tip’, cebinden dışkı çıkararak koltuğun üzerine bırakıyor, etrafa sürüyor falan. Bir köpeğe bu kadar düşman olacak, cebinde dışkı taşıyarak hayvana suç atacak, kumpas kuracak kadar ne yaşamış olabilir bu insan? İnsan dedim ama lafın gelişi. Boji’nin de kendi hesabında söylediği gibi, bu görüntüleri görünce ben utandım resmen! Bu nasıl bir manyaklıktır ya?
Sinemada seyirci de neşe de kalmamış!
Leydi Diana’yı anlatan ‘Spencer’ filmi görücüye çıktı ama pek kimsede ses yok... Tamam bir James Bond etkisi beklemiyorduk ama yazan, çizen, paylaşan da yok; bir iki sinema eleştirmeni hariç! Çünkü bu film dijital platformlarda değil, sinema salonlarında gösteriliyor. Evde yayılarak film izlemeye alışık izleyici de, sinemaya gitmeyi artık tercih etmiyor. Üzücü ama durum bu.
Bir sinema delisi olarak ve ‘Kristen Stewart’tan nasıl bir Diana olmuş?’ merakıyla, iki sene aradan sonra gidip filmi sinemada izledim elbette. Yani evden çıktım, yol yaptım, biletimi aldım, koltuğuma kuruldum ve maskeyle filmi izledim. Emek var yani ortada! Peki değdi mi bu emeğe? Maalesef değmedi. İşte sırf bu hayal kırıklığı riskine karşı sinemaya gitmiyor insanlar! Yılın en iyi dizilerini /filmlerini rahatını bozmadan izleme keyfi varken; neden bu emek verilsin ki?
Bu yüzden sinema salonları artık boş, sessiz, neşesiz ve heyecansız maalesef. Her sene bir James Bond çekilse bile, kurtarmaz! Sinema salonlarını bekleyen bu gidişata dikkat çektikten sonra gönül rahatlığıyla asıl meselemize gelelim: Spencer neden hayal kırıklığı yarattı bende? Prenses Diana’nın gölgesi yüzünden! Hemen açıklayayım:
Deliliğin sınırında bir Diana!
Pablo Larrain imzalı ‘Spencer’; adını Prenses Diana’nın bekarlık soyadından alıyor... “Gerçek bir trajediden çıkan masal” cümlesiyle başlayan film; Kraliyet Ailesi’nin üç günlük Noel buluşmasını anlatıyor. Tamamen kurgusal. Sinematografik açıdan iyi bir film. Mekanlar, sahneler, her şey yerli yerinde. Diana, kocası Prens Charles’ın ihanetini tüm ülkeyle birlikte öğrenmiş ama o Noel kutlamasında olmak zorunda.
Yönetmen, Prenses Diana’nın o anlardaki kapana kısılmışlığını, nefessiz kalışını seyirciye birebir göstermeyi amaçlamış. Bunu çok da iyi başarmış üstelik. Bir külkedisi masalının içinde boğulan prensesi çok iyi yansıtmış. Ama işte, sevemedim bir türlü. ‘Olmamış’ dedim. Mesele, Kristen Stewart’ın taklit tarzı sanırım.
Hüzünlü bakışları, omuzları düşük yürüyüşü, kırılgan hali o kadar oturmuyor ki üzerine… ‘Leydi Diana’nın naifliği yok bu kadında, olmamış’ diyorsun en sonunda. Fakat.. Şimdiden 2022’nin en iyi kadın oyuncusu olarak Oscar favorisi. Kazanırsa üzüleceğim gerçekten!
Ha, burayı unutup deliliğin sınırlarındaki prensese de odaklanabilirsiniz. Bütün ülkenin aldatıldığınızı bilmesi, sevilmemek, konuşamamak, Kraliyet’in kuralları derken, kadın nasıl delirmesin ki dedirtiyor film size. Sonrası zaten Leydi Diana belgesellerinde var: İçini ekranlardan dökmesi, aileden uzaklaşması, dışlanması. Ben de, acaba Charles bunları izlerken ne düşünüyor, onu merak ediyorum işte!
ÜÇ SORU ÜÇ CEVAP
- Pandemi nedeniyle seferlerine ara veren Doğu Ekspresi yeniden yola çıkıyormuş. Gelsin yeniden Kars güzellemeleri, bol bol tren yolculuğu fotoğrafları. Peki siz hazır mısınız Instagram’daki bu bombardımana? Ben değilim!
- İnternetin en büyük veri tabanı IMDb, 2021 yılının ‘28-30 yaş arası en çekici kadınlar listesi’ni açıklamış. Hande Erçel listenin ikinci sırasındaymış. Güzellik bu kadar göreceli bir şeyken, siz bu listelere inanıyor musunuz hâlâ? Hiçbir anlamı yok bana kalırsa!
- Şebnem Schaefer, bir gelinlik markasının defilesinde şiddet mağduru gelin rolünde çıkmış podyuma. Yüzü gözü mor ve yırtık gelinlikle. Amaç da kadına yönelik şiddete dikkat çekmekmiş! Erkek şiddetine dikkat çekmenin yolu, kadını bu şekilde göstermek midir sizce? Bu demode tanıtım çabaları acilen bitebilir mi lüften!
Beyin değil kalp göçü
Ece Temelkuran, şahane bir yazı yazmıştı geçenlerde. Buraya da not düşmek adına alıntılıyorum. Şöyle diyor yazısında: “Türkiye çok kıymetli insanlarını sessizce kaybediyor. Durumun soğukkanlı ismi ‘beyin göçü’. Sanki gidenler sadece beyinmiş gibi.
Bana sorarsanız buna kalp göçü denmeli. Çünkü gidenler, ancak kalpleri teferruatlı bir biçimde kırılınca gidiyorlar. Sadece korkudan, baskıdan, iş bulamamaktan olmuyor bu gidiş...” Çok güzel özetlememiş mi? Meseleye bir de bu açıdan bakalım, düşünelim bence.