Yunanistan’da işletmelerin fahiş şemsiye ve şezlong fiyatlarından rahatsız olan halk, protestolarla hakkını arıyor bir süredir. Bizde ise herkes fahiş fiyatlardan ve soyulmaktan son derece memnun! Gerçi bir grup vatandaş önce Çeşme’de, sonra Foça’da başlattı bu ‘havlu hareketi’ni ama bizde bu tür şeylerin karşılığı pek yoktur. Yunanistan’da hükümet hemen harekete geçip önlem aldı mesela. Bizde ise protestocular şezlongların arasına serdiği havluyla kaldı. Adım gibi eminim, şezlongta yatanlar dönüp bakmamıştır bile onlara! Gerçekten yazık. Bizde ucuza hizmet almaktan utanıyor insanlar! Hesaba itiraz etmekten, ‘ben buna bu parayı vermem’ demekten, ‘benim bütçem buna uygun değil’ demekten. Oysa hayat kolay değil, hakkımızı aramalıyız yeri geldiğinde. Denize girmek, plaja gitmek normalleşmeli artık; bunun için bankadan kredi çekmeye gerek kalmamalı! Ya da halk plajına gitmek sıradışı, utanılacak bir şey olmamalı. Oyuncu Hakan Meriçliler mesela... Sevgilisini almış, halk plajına gitmiş, güzel güzel yüzmüş, ağaç altında serinlemiş. Helal ya, işte bu! Ünlüler halk plajına daha çok gitse, eminim insanlar bundan etkilenecek ve rotayı oraya çevirecek. Elbette her ünlü gidemez o plajlara; herkesin şöhreti başka! Atıyorum bir Hande Erçel, bir Hadise, bir Icardi gitse, kimse rahat bırakmaz. İşte 2 bin lira giriş ücreti olan plajlar bunun için var. Olmalı da zaten. Olmaması gereken ‘beni niye almıyorlar’ diye olay çıkarmak. Şöhretli değilsen ya da ezecek paran yoksa gitme kardeşim! Adam maaşının yarısını orada bırakacak ama ille de orada olmak istiyor. Sonra o hesap fişini sosyal medyadan paylaşıp ahlayıp ofluyor. Özel kulüp gibi düşün orayı, senlik değil yani, neyini anlamıyorsun? Fakat olması gereken de şu: Yasaya göre sahiller halka kapatılamaz, denize girmenizi kimse engelleyemez ya hani; yasayı uygulayanlar bunu gözeterek plaj işletmelerine izin versin artık. Kimseyi iki ayda köşeyi dönmek isteyen işletmelerin kölesi yapmasın! Aksi halde daha çok insan komşu kıyının yolunu tutacak.
Yüzde 10 bahşişini vermeyen gelmesin!
Fransa’nın sosyetik tatil beldesi St Tropez’de restoranların büyük kısmı bahşiş bırakmayan müşterileri kara listeye almış. Bu müşteriler rezervasyon yapmak istediklerinde ‘yer yok’ yanıtını veriyorlarmış. Yeme içme fiyatları yükseldikçe, bahşiş miktarları azalıyor malum. İstediğin kadar paralı ol, istediğin kadar ye iç, hesap öderken elin bi’ titriyor. O yüzden Bodrum ve Çeşme’deki pek çok restoran önlemini aldı, bahşişi de hesabın içine katmaya başladı, peşin peşin hizmet bedelini alıyor, işi şansa bırakmıyor. ‘10 bin liralık yemek yediysen, 100 TL bahşiş bırakamazsın’ diyor kibarca. Zaten usül, en az yüzde 10 bahşiştir. Bakın böyle işlerin öncüsü her zaman Türkiye’dir, St Tropez’deki işletmeciler feyz alsın biraz.
Salonları Barbenheimer kurtardı
Box Office Türkiye’den sevindirici bir haber: “Yaz aylarında sinemalarda yerini alan toplam seyirci sayısı yeniden 7 milyonun üzerine çıkıyor. Bunda Barbenheimer’ın etkisi yadsınamaz. Yaz sona erdiğinde yaklaşık 2.9 milyon seyirci #Barbie ve #Oppenheimer filmlerini izlemiş olacak...” Hem yaz aylarında gişe filmleri vizyona çıkmadığı için... Hem de özellikle pandemi sonrası yapımcılar dijitali tercih ettiği için sinema salonlarının boş kalmasına alışıktık. Ancak bu yaz #Barbie ve #Oppenheimer sinema salonlarına can suyu oldu. O yüzden iki filmin de yapımcısını kutlamak, heykellerini dikmek gerek! Hollywood’un açık ara en çok izlenen yapımlarına imza atan Tom Cruise da filmlerini sinema salonlarına verdiği için sektörde ilah muamelesi görüyor malum. Türkiye’de sinema duayenlerinin ise o tarakta hiç bezleri yok; o da ayrı konu.. Neyse, ben bu iki filme döneyim yeniden... Epey oldu ikisini de izleyeli ama yazamamıştım. Şimdi gişedeki rakamların şerefine diyeceklerimi diyeyim, içimde kalmasın...
Bir şaşkınlık, bir beğeni
Barbie konusunda şaşkınım... Bir devrin yetişirken oynadığı bu bebeklere bu kadar anlam yüklemek mi, yüklememek mi, bütün mesele işte bu! ‘Kadınlar erkekleri yönetebilir, hatta parmağında oynatabilir, erkekler tek başına bir hiçtir’ deniyor sanırım filmde. Fakat bu kadar kötü mü anlatılır yahu? Çizgi film kıvamı resmen! ‘Nereye düştük biz’ diye salonu terk edesim geldi. Niye bu kadar izlendi anlamadım açıkçası!
Oppenheimer’a gelince... Konu; atom bombasını bulan ünlü fizikçi Robert Oppenheimer’ın çalkantılı hayatı... Aslında barış yanlısı bir bilim adamının, çıktığı yolda katliama sebep olması nedeniyle yaşadığı ikilemler anlatılıyor. “Ellerimde kan olduğunu hissediyorum” diyen Oppenheimer’ın sistem tarafından ‘hiçbir başarı cezasız kalmaz’ geleneğiyle yargılanması, yaşadığı ahlaki ve vicdani ağırlık efsane yönetmen Christopher Nolan imzasıyla şahane bir hikayeye dönüşmüş. Biraz uzun ama sabrı olanlar için mutlaka izlenesi.