En son ne zaman bir romanı büyük bir dikkat ve iştahla okudunuz? Ya da uzun soluklu bir diziyi ara vermeden pür dikkat izlediniz? Onu da geçtim… Mesela ilginizi çeken bir makaleyi, cümleleri tekrar tekrar başa dönmeden bir solukta okudunuz? Kendi adıma söyleyeyim, uzun zaman oldu. Konsantre olamamak, dikkat eksikliği, çağın en büyük sorunu. Ağır bir dikkat krizinin içindeyiz, net! O yüzden “Dikkatiniz dağılmadı, çalındı” başlıklı bir yazı görünce anında kilitlendim.
Şahane güncel içerikler paylaşan ‘aposto’ isimli Instagram hesabında rastladım yazıya.. “Ağır bir dikkat krizinin, yaşam tarzlarımız üzerinde büyük etkiler bırakan bir krizin içindeyiz. Odaklanma becerimizi kaybediyoruz” şeklinde başlayan haber; Türkçe’de ‘Kaybolan Bağlar’ kitabıyla tanınan Britanyalı yazar ve gazeteci Johann Hari’nin yazısından alıntılar taşıyor.
Yazar, kendi kişisel hikayesi nedeniyle (epey uzun, meraklısı siteden okuyabilir) odaklanma alanında dünyanın önde gelen uzmanlarıyla görüşmüş ve bu konuda öğrendikleri onu, dikkat konusunda her neslin yaşlandıkça yaşadığı türden olağan bir endişeyle karşı karşıya olmadığımıza ikna etmiş. Durum epey ciddi yani. Bir grup üniversite öğrencisiyle yapılan bir araştırma, öğrencilerin ortalama dikkat süresinin 65 saniye olduğunu ortaya çıkarmış mesela…
Ofis çalışanlarıyla yapılan bir başka araştırmada ise dikkat süresinin ortalama üç dakika olduğu belirlenmiş. Durum böyleyken, şunu ekliyor yazısına yazar: “İnsanların dikkatini kesen sadece teknoloji değil. Yediğimiz yiyeceklerden soluduğumuz havaya, çalıştığımız saatlerden uyumadığımız saatlere kadar çok daha geniş bir liste sözkonusu.” Evet anladınız, sorun sadece bizde değil, sistemde aslında!
‘BİREYSEL PERHİZ’ YETMEZ!
Yazar Hari, dikkat eksikliği konusunda kendi bireysel yöntemlerini uyguladığını da anlatıyor yazıda. Bunlardan biri ‘akış hali’ni devreye sokmak. Özetle diyor ki, “Sizin için anlamlı bir şey yaptığınızda, yaptığınızın gerçekten değerini bildiğinizde, zamanın akışı yavaşlar, egonuz kaybolur, kendinizi bütünüyle odaklanmış halde bulursunuz.
Akış, insanın varabileceği en yoğun dikkat halidir.” Ancak gün geliyor, ‘bireysel perhiz’in de işe yaramadığını öğreniyor yazar Hari. “Haftada iki gün sokakta gaz maskesi takmak nasıl hava kirliliğine çözüm olmuyorsa, bireysel perhiz de bu dikkat eksikliğine çözüm olamaz. Belirli etkileri hafifletebilir ancak sürdürülebilir değil ve sistemin sorunlarını düzeltemez” gibi tespitler dinliyor.
Zira yaşadığımız toplumda, çok daha büyük istilacı güçler tarafından tahrip ediliyoruz. Çözüm de kendi alışkanlıklarımızı değiştirmekle mümkün değil. Yani telefonunuzdan uzak durmak tek başına yetmiyor. “Artık zihinlerimizi geri kazanmak için bir dikkat hareketine ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum” diyor yazar ve ekliyor: “Acilen harekete geçmeliyiz, çünkü dikkatimiz ne kadar zayıflarsa, dikkatimizi çalan güçlerle mücadele etmek için kişisel ve politik enerjiyi toplamak o kadar zor olacak. Birlik olup, zihinlerimizi bizden çalan güçlerden geri alabiliriz.” Bu noktada yazının tamamını okumanızı tavsiye ederim; tabii dikkatinizi toplayabilirseniz!
Ortaya karışık sayıklamalar
- 12 yıl önce izlediğimiz ‘Aşk-ı Memnu’ dizisi bir süredir yine ekrandaydı, bu gece de finali var. Daha yayınlanmadan sosyal medyada en çok konuşulanlar arasına girdi. Bir dizi sahnesinin defalarca aynı hevesle izlenmesi enteresan değil mi?
- Cumhuriyet’in 100. Yıl Marşı’nın bestelenmesi ve seslendirilmesi gündemde, bunun için de malum isimlerin adı geçiyor. Kadının adı yine yok elbette! Müzisyen Emre Aydın’dan itiraz gelmiş, “Erkekler kenarda dursun ve 100. Yıl Marşı’nı bir kadın besteleyip seslendirsin” demiş. Kendisini tebrik ediyorum, inşallah o günleri görürüz diyorum.
- Neden ‘kadınlar yapsın’ diyorum çünkü dünyayı güzelleştirecekse, dönüştürüp değiştirecekse kadınlar yapacak, onu net biliyorum! Bir partide dans ettiği görüntüler sızdığı için günlerdir topun ağzında olan Finlandiya Başbakanı Sanna Marin’e yine kadınlar sahip çıktı çünkü. Yüzlerce kadın dans ederken görüntülerini paylaşıp Başbakan’a destek verdi. Bravo size kadınlar. (Bu arada, bir kadın eğlendi diye uyuşturucu testi yaptırmak zorunda kaldı şu yüzyılda! Atlamış olanlara duyuralım; Sanna Marin’in testi temiz çıktı. Çünkü eğlenmek, dans etmek uyuşturucu kullanmak demek değil. Bunu da o ‘saçma’ zihninize sokun, olmaz mı?)
Birine karşı ne hissettiğini üçüncü kişi asla anlayamaz!
Özcan Deniz 50 yaşında. İranlı modacı sevgilisi Samar Dadgar ise 28. Bir çiftin arasındaki yaş farkı beni hiçbir zaman ilgilendirmedi çünkü aslolan sevgidir. Ama işte, Deniz’in genç sevgilisine masal şatosu şeklinde bir pasta yaptırdığını ve bunu ‘elalem’e beğendiremediğini okuyunca, bu yazıya iliştirmek gerekti yaşları maalesef.
Neyse konu şu; Deniz bu pastalı kutlama fotoğraflarının altına ‘Gülümse’ parçasının sözlerini iliştirmiş.. “İyi ki geldin, sen geldin şehre bir film geldi, bir güzel orman oldu yazılarda, iklim değişti Akdeniz oldu. İyi ki doğdun masalımın prensesi, güzel gülüşlüm, gamzesine yandığım…” Tabii sosyal madyaya malzeme vermiş; ‘o pasta çocuk pastası değil mi?’, ‘o ne komik pasta öyle’, ‘gerçek aşk değil bu’ tonunda neler neler.. Yahu size ne? Adam sevgilisinin pastasını da size mi soracak?
Yıllar önce bir Nilüfer röportajı yapmıştım, biten bir ilişkisinin ardından aldığı eleştirileri sormuştum. Bana şöyle demişti: “Bir insanın diğerine ne hissettirdiğini, onda nasıl duygular uyandırdığını üçüncü bir kişi asla bilemez…”
Yıllardır aklımda bu cümle. O yüzden ‘o niye bununla, bu adam bu kadında ne bulmuş’ cümlesini asla kurmadım kimse için. Gerçekten de bunu üçüncü bir kişinin bilmesine imkan yok çünkü. Aklı başkasının mutluluğunda olanlar, biraz bu gözle baksın ve sussun. Kimse mutluluğunun hesabını başkasına vermek zorunda değil.