Geçen hafta Yılmaz Erdoğan’ın BKM’deki ‘Münaşaka’ adlı stand up gösterisini izledim. İzleyenler arasındaki diğer gazetecilere tek tek seslenerek esprili bir şekilde bazı şakalar için “Yazmayın” diye ricada bulundu. Ama bana bir şey demediği için çok güldüğüm birkaç tanesini çok da fazla ipucu vermeden, izlediğinizde eğlencenizi bozmayacak kadarıyla paylaşacağım. Gösterinin ana teması Russel Crowe ile çektikleri ‘Son Umut’ filminin öncesinde ve setinde yaşananlar.
Yılmaz Erdoğan, Russel Crowe ile tanışmasından, aldığı ödüllere kadar uzanan süreçten bahsediyor. Avustralyalı aktörün zor aksanını şahane bir espri malzemesine dönüştüren Yılmaz Erdoğan, Cem Yılmaz ile kadın çorabı giymek zorunda kalışlarını anlattığında salondaki seyirci kahkahadan kopuyor.
Oğlu Rodin ile maceralarını da o kadar tatlı bir yerden anlatıyor ki insan ister istemez Cem Yılmaz’ın Kemal esprilerindeki sıkıcılığı anımsıyor. Zaten ikisini karşılaştırmak gerekirse Yılmaz Erdoğan bu gösteriyle yılların stand up ustası Cem Yılmaz’ı gölgede bırakıyor.
Salon adabı
Yılmaz Erdoğan’ın gösterisinde bir seyircinin telefonu çaldı. O telefonu kapatmamak sahnedeki oyuncuya ayıp, seyirciye ayıp. Bunun üzerine Yılmaz Erdoğan saygısız seyirciye “Açıp konuşun bari” diye kinaye yaptı. Ancak yüzsüzlüğün ulaştığı boyut adamın bunu algılamasına engel oldu ve gerçekten telefonu açıp konuştu!
Sinemada, tiyatroda yanındakiyle konuşmayı normal sayanlara, telefonu açıp konuşanlara dehşetle bakıyorum. Bu tip insanlarda öyle bir ortamda sosyal olarak ne yapılır ne yapılmaz algısı, bilgisi olmadığı için, uyardığınızda ya tuhaf tuhaf bakıyorlar ya da kavga etmeye kalkıyorlar. Ben artık bu tür insanlarla aynı kalabalık içine girmek istemiyorum.
Sırf bu yüzden sinemaya gitmiyorum. Salonlardaki pis ve kırık koltuklar, eskimiş ya da doğru ayarlanmamış film makineleri yüzünden perdede çamur gibi görüntüler izlemek de cabası. Dijital platformların yükselişi ve korsanın artmasında sinema deneyiminin bu kadar meşakkatli hale gelmesinin de payı var.
İnsanlar evinin rahatlığında mısır kokusu ya da arka sırada oturan bir çenesi düşük olmadan film izlemek istiyor. Dijitale ödediğim bir aylık üyelik ücretine denk bir para verip sinemaya gittiğimde sinirim bozulmadan çıkamıyorum artık.
Adayım 1741
Cağaloğlu Hamamı yenilenmiş, bahçesi ise Lokanta 1741 adıyla şık bir fine dining restoranına dönüşmüştü. Kış gelince 1741, hamamın kapalı alanlarına taşındı. Menüye yenilikler geldi. Ama Anadolu mutfağına modern yorumlar getirme prensibi aynı kaldı.
Şef Durukan Özgen’in mütevazı davranıp “Menüyü diğer şef arkadaşlarımla hazırlıyoruz” demesi de yapılan işe de ayrı bir değer katıyor. 310 TL’lik uzun tadım menüsünün başlangıçlarında küflü peynirle yapılan haydari ve gerdan eti üzerindeki pancar öne çıkıyor. Balkabağı piyazı ise çok güzel bir sürpriz. Kuzu ciğeri, beğendili kuzu sırtı, ahtapot ızgara ile köz biber püresi, karides ile ılık cibes ise kusursuzdu.
Tiritli kebap artık 1741’in imza yemeklerinden biri. Ama menüye öyle efsane bir tatlı girmiş ki insanın başını döndüren cinsten. Fıstık ve kaymaklı sütlü Nuriye! Bundaki Antep fıstığı kreması tatlıyla arası olmayan birini bile tatlı manyağı yapabilir.
Müşteri kitlesinin önemli bir kısmı Batılı turistlerden oluşan 1741 şehrimizin önemli bir gastronomi noktası. Michelin komitesini Türkiye’ye getirmekle ilgili konuların gündemde olduğu şu dönemde; eğer öyle bir şey olursa benim ilk adayım 1741.
Sonar başlıyor
gün sürecek Sonar İstanbul müzik festivali yarın Zorlu PSM’de başlıyor. Elektronik müzik arenasının dev isimlerinin ağırlanacağı etkinlik Alman prodüktör ve DJ Paul Kalkbrenner ile başlıyor.
Bu arada cuma-cumartesi için kombine bilet satılırken, perşembe gecesinin biletleri ayrıca satışa çıktı. İstanbul’da binlerce kişi önümüzdeki üç günü elektronik müziğin en iyi DJ’leri eşliğinde dans ederek geçirecek.