Gözden uzak olan gönülden de uzak oluyor maalesef. Bir şeyi gözleriyle görmeyince yok sayıyor insanoğlu. Bunu yazmamın sebebi, 4 sene önce hop oturup hop kalktığımız Marmara Denizi’ndeki müsilajın (deniz salyası) geri dönmüş olması. O dönem denizin müsilaj kusmasıyla birlikte hepimiz çok üzüldük, çok korktuk. Resmen yüreğimiz ağzımıza geldi. Sonrasında yüzeydeki müsilaj görüntüsü azalınca ise, her zaman olduğu gibi mesele gündemimizden düştü. Sanki yüzeydeki kirlilik yok olunca, suyun altındaki durum da tamamen düzeldi sandık. Oysa ki durum hiç de öyle değildi.
* * *
İşte geçtiğimiz hafta Marmara Denizi’nde müsilajın 10 metreden başlayarak 24 metreye kadar yayıldığının saptanmış olması, bunun ispatı. Biz sadece yüzeye baktığımız ve derinliğini yok saydığımız için, yine aynı sorunla karşı karşıyayız…
BALIKLAR TÜKENİYOR
“Marmara Denizi’nde evet biraz yol kat etmiştik ama durum yine korkutucu. Balıklarımız tükenmek üzere Verda Hanım! Ama farkında değiliz” diye haykırıyor Prof. Mustafa Sarı. Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Denizcilik Fakültesi Dekanı olan ve sık sık dalış yaparak hayatını mercanları kurtarmaya adamış olan bir deniz sevdalısı Mustafa Sarı. “Deniz bizi daha fazla bekleyemez. Süngerler ve mercanlar 4 yıl önce tamamen öldüler. 2000’li yılların başında Marmara Denizi’nde yılda 80 bin ton balık avlarken, bugün 14 bin ton avlıyoruz. Dahası, birçok balık türü de yok oldu. Bu 14 bin ton içinde sadece 4 çeşit balık var!” diyor. Haklı olarak hep anlık krizlere anlık refleksler verdiğimizden, bu yüzden kalıcı çözümler üretemediğimizden yakınıyor.
YÜKÜ AZALTMAMIZ LAZIM
Prof. Mustafa Sarı, “Acilen denizin yükünü azaltmamız lazım” diyor. Bundan kastı, Marmara Denizi’nin 3 büyük yükü. Biri iklim krizi ve onun sebep olduğu deniz yüzeyindeki hızlı sıcaklık artışı. Bir diğeri; bu denizin ikili, durağan tabakası. Şöyle ki: Karadeniz’den akıntıyla aşağıya, Marmara’ya inen su çok az tuzlu. Dolayısıyla yüzeyde kalıyor. Akdeniz’den yukarıya çıkıp Marmara’ya akan su ise çok tuzlu, derine çöküyor. İşte bu iki farklı yapıdaki su arasında da durağan bir tabaka bulunuyor. Farklı suların birbirine karışmasını önlüyor. “İşte bu kalıcı tabaka müsilaj için maalesef ideal ortam sağlıyor” diyor Mustafa Sarı. 3’üncü yük ise, hızla artan kirlilik. “İlk 2 yükü biz değiştiremeyeceğimize göre; yani iklimi ve su yapısını biz etkileyemeyeceğimize göre… Yapabileceğimiz tek şey, kirliliği azaltmak. Marmara’nın sırtından bu yükü kaldırmak” diyor.
VUKUU KESİN ZAMANI MEÇHUL
Düşünün ki Marmara Denizi’nin etrafında yaşayan 25 milyon insan, her gün evsel atıklarını bu denize akıtıyor. Türkiye’nin sanayi üretiminin yarısı da bu bölgede. Arıtma tesislerinin çoğunun da -cezalara rağmen- atıkları arıtmadan denize boca etmeye devam ettiğini sık sık yazıyorum. “Evet biraz yol kat ettik. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın hazırladığı 22 maddelik Acil Eylem Planı çok önemliydi ve tüm tarafları kapsıyordu. Ancak maalesef hızlı başlayıp yavaşladık. Plan kapsamında denetimler çok artmıştı, gece-gündüz sanayi kuruluşlarına ve tesislere baskın denetimler yapılıyordu. Bunlara devam edilmesi lazım” diyor Prof. Sarı.
* * *
2’ncisi; Marmara Denizi genel olarak koruma bölgesi ilan edilmişti. “Ancak bu yeterli değil. Daha küçük özel koruma alanları ilan edilmeli. Buralar avcılığa tamamen kapatılmalı. Bir de acil bir restorasyon planı lazım” diyerek yaklaşmakta olan felakete dikkat çekiyor: “Bunları acilen yapmazsak, müsilajın tekrar yüzeye çıkması an meselesi. Vukuu kesin, sadece zamanı meçhul!”
BALIKÇILIK POLİTİKASI DEĞİŞMELİ!
Marmara Denizi, Akdeniz ve Karadeniz arasında biyolojik bir koridor olduğu için çok kıymetli ve benzersiz. O yüzden buradaki balıkçılık politikası da acilen değişmeli, balıkçılık/avlanma yönetimi ciddi kontrol altına alınmalı. Prof. Mustafa Sarı; 2000’li yılların başında Türkiye’de denizden yılda toplam 600 bin ton balık çıkarken, bugün bu rakamın 300 bin olduğunu söylüyor. Balık miktarındaki düşüşün asıl sorumlusu ise yanlış avlanma. Daha doğrusu; geleneksel, küçük ölçekli balıkçılığın (KÖB) yerini endüstriyel balıkçılığın (EB) almış olması. Endüstriyel balıkçılığın açık denizlerde yapılıyor olması gerekirken, bugün kıyılara inmiş olması. Sudaki canlıların büyük bölümü ise kıyılara yakın yaşıyor. Endüstriyel balıkçılıkta kullanılan troller ve gırgırlar bu canlılara büyük zarar veriyor.
DENİZLE İLİŞKİMİZ DÖNÜŞMELİ
“Sadece soframıza, boğazımıza gelen balığa bakıyoruz. Oysa o balık denizin altındaki yüzlerce canlı olmasa soframıza gelemez. Denizle ilişkimiz değişmeden hiçbir şey değişmez!” diyerek sözlerini bitiriyor Mustafa Hoca. Çok haklı, nasıl değişsin ki? Biz daha hâlâ denizi sadece yüzeyinden ibaret ve derinliğini yok sayıyorken, görünenin ardına bakamıyorken… Nasıl değişsin?