Hiç de iyi olmayan bir huyumu keşfettim. Yeni keşfettim ve çok rahatladım. Öyle dünya iyisi bir insan falan da değilimdir ama bende yerli yersiz yardım etme isteği var. Nereden çıktığını bilmediğim bir huy. (Gülmeyin, öyle garip bir şey) Yardım istendiğinde bunu yapmak doğal. Her insan elinden geleni yapar zaten. Ben benden yardım istendiğini varsayarak yola koyuluyorum. Bir çaba bir çaba. Elimden ne geliyorsa ardıma koymuyorum. Konuya dair tanıdığım kim varsa devreye sokuyorum. Sonra haliyle bir teşekkür bekler hale geliyorum. O yoksa da en azından saygıya benzer bir şey bekliyorum. Hiçbiri olmayınca da çok şaşırıyorum, hatta şok oluyorum, günlerce ‘bu nasıl insanlık’ sloganları atıyorum. S
on günlerde bu konu üzerinde biraz kafa yordum. “Hata bende olabilir mi?” diye. Evet, hata bende. Ben her nedense herkesin benden yardım beklediğini zannediyorum. İsteyenler de vardır elbet ama haliyle herkes değil. Beklemedikleri yardım karşısında da gereken tezahüratı göstermiyorlar. Niye göstersinler ki? Ben de bu gelmeyen takdir karşısında hem kendi değerimi düşürmüş oluyorum hem de bir şekilde aşağılanmış hissediyorum.
Aranızda mutlaka benim gibi şaşkınlar vardır. Belki size de bir hayrı dokunur diye yazdım. Siz siz olun yardım istemeyen kimseye yardım etmeye kalkmayın. Boşu boşuna ne kendinizden ne de karşınızdakinden soğuyun.
Noel Baba’ların en güzeli
Eğer çoğunluk “Yılmaz Erdoğan’ın en iyi filmi” diye başlık atmasaydı bu başlığı tercih ederdim. Neşeli Hayat hem Yılmaz Erdoğan’ın en iyi filmi hem de Türk sinemasının en iyi bir iki filminden biri. “En az bütçe ayırdığımız film bu” demiş Yılmaz Erdoğan. O zaman şunu anlıyoruz; bu işin dev bütçelerle alakası yok. Daha çok dev bir tecrübe ve derinlik gerekiyor.
Filmde inanılmaz bir oyunculuk seyrediyorsunuz. Yılmaz Erdoğan ve Büşra Pekin şahane. (Büşra Pekin Demet Akbağ’ı aratmıyor) Ama sadece onlar değil, en az rolü olan oyuncu bile akıllara kazınıyor.
Son derece mütevazı hayatları olan bir ailenin yer yer komik de olabilen ama aslında oldukça trajik hikayesi anlatılmış. Gülerken bile gözleriniz dolu dolu gülüyorsunuz ki bu başıma ilk kez geliyor. Filmde kesinlikle duygu sömürüsü yok ama bolca duygu var. Ve hepsi gerçek. Biri istedi diye oraya ilave olan hiçbir şey yok.
Hele diyaloglar. Her bir cümleden yedi adet ders çıkarmak mümkün. O kadar düşünülmüş, o kadar üzerinde çalışılmış. Öyle olmasına rağmen bir o kadar da doğal ve çabasız.
Ve bir final var ki... Bu kadar yılbaşı filmi izledim, bu kadar güzelini görmedim. Yerimden kalkmak istemedim.
Başta Yılmaz Erdoğan olmak üzere tüm ekibin ellerine sağlık. Türk halkının bu güzelliğe gereken değeri vereceğine eminim.
Ahmet Mümtaz Taylan diye biri
Bu ismi duyanlarınız da vardır mutlaka ama duymayanlar da olmuştur. Öyle çok önlerde ya da ortalarda gördüğümüz bir oyuncu değil. Ben de ne yalan söyleyeyim, onu ilk kez dün gösterime giren Adını Sen Koy adlı filmde adam gibi izledim. Hani bazı oyuncular vardır, o olmasa o film olmaz, bu film de Ahmet Mümtaz olmadan olmazmış. Ya da olurmuş ama insanı bu kadar etkilemezmiş.
Hepimizin başına gelebilecek, hatta gelmiş ama geride kalmış sıradan bir aşk hikayesi anlatılıyor aslında filmde. Ama öyle bir anlatılmış ki bir saniye bile tempo düşmüyor. Melis Birkan her zamanki tatlılığı ile insanın içini ısıtıyor. Ali İl ve Cemal Toktaş kolayca abartıya kaçabilecek rollerinde küçük oynamayı başarmışlar. Ama başta da dediğim gibi filmin yıldızı deli abi rolünü oynayan Ahmet Mümtaz. Filme bomba gibi düşüyor ve filmin bomba gibi bitmesine neden oluyor.
Filmin bir olmazsa olmazı daha var. O da Demet’in yorumladığı, filme adını da veren Adını Sen Koy şarkısı. Melih Kibar’ın ölmeden önceki son bestesine Demet söz yazmış. Ama ne sözler, ama ne vokal.
Mutlaka gidin. Yanınızda mendiliniz de olsun. Finalde gözyaşlarını tutmak pek mümkün olmuyor.
Cevaplara dikkat!
Zamanında dünya çapında bir anket yapılmış. Sadece bir soru sorulmuş:
“Lütfen dünyanın geri kalan kısmındaki yiyecek eksikliğine dair ne çözüm olabileceği ile ilgili kişisel görüşünüzü açıkça belirtiniz.”
Anket büyük bir başarısızlıkla sonuçlanmış.
Çünkü:
- Afrika’da insanlar ‘yiyecek’ kelimesinin ne anlama geldiğini bilmiyorlarmış.
- Batı Avrupa’da insanlar ‘eksiklik’ kelimesinin ne anlama geldiğini bilmiyorlarmış.
- Doğu Avrupa’daki insanlar ‘kişisel görüş’ün ne anlama geldiğini bilmiyorlarmış.
- Ortadoğu’da insanlar ‘çözüm’ün ne anlama geldiğini bilmiyorlarmış.
- Güney Amerika’daki insanlar ‘lütfen’ kelimesinin ne anlama geldiğini bilmiyorlarmış.
- Türkiye’deki insanlar ‘açıkça’ kelimesinin ne anlama geldiğini bilmiyorlarmış.
- Ve Amerika’daki insanlar ‘dünyanın geri kalan kısmı’nın ne anlama geldiğini bilmiyorlarmış.
Can’lı Yayın
Bu hafta Can’da bir numara yok. O nedenle yerini Lalin’in kızı Mia’ya bırakıyor bir haftalığına.
Mia’nın anneannesinin (çok sevgili Lal teyzenin) çalıştığı dükkana hırsız girmiş.
Lalin: Mia’cım anneanneye geçmiş olsun diyelim.
Mia: Niye? Anneanne hasta mı?
Lalin: Dükkanına hırsız girmiş.
Mia: Eeeee?
Lalin: Böyle durumlarda geçmiş olsun denir.
Mia: Niye, hırsız anneanneyi ısırmış mı ki?