Vatan Partisi de İstanbul’da seçim bildirgesini açıkladı. Adaylarını masaya dizmiş, kürsüde konuşan Doğu Perinçek’i dinlerken düşünüyorum. En son görüştüğümüzde, Silivri’de mahkeme salonunda müebbetle mi ne yargılanıyordu! Ne memleket ama. Umut ve güven olmadan elbette siyaset yapılmaz. Dayanamayıp soruyorum: Seçmen adaylarınızı ve programınızı beğendi diyelim. “Yüzde 10 barajını aşamazlarsa oyum ziyan olur” diye düşünen seçmeni nasıl ikna edeceksiniz?
[[HAFTAYA]]
“Zaten böyle düşünmeseler oylarımız yüzde 20'yi buldu” diyor. Perinçek, medyadan şikayetçi; Anıtkabir’de, İstiklal Caddesi’nde büyük katılımla yaptıkları gösteriler medyada hiç ses bulmuyor diye tepkili. Hangi medya? Havuz medyası sokağa bile çıkmıyor, yukarıdan ne direktif gelirse, hiç sıkılmadan hepsi aynı manşeti atıyor. 1915 Ermeni Tehciri ile ilgili olaylarda da gündeme getirilmemesi konusunda haklı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde Doğu Perinçek büyük bir başarıya imza attı: İsviçre’nin kendisini “Ermeni soykırımı yoktur” dediği için mahkum etmesine itiraz etti ve haklı çıktı.
AİHM, “Tehcir, soykırım değildir. Holocoste, tek soykırımdır. Zaten bu tanım da 2. Dünya Savaşı’ndan sonra tanınmıştır ve geriye yürümez, yani 1948’den önceki olaylara soykırım denemez." dedi. Vatan Partisi’nin adayları arasında çok sayıda Balyoz ve Ergenekon’da yargılanmış ya da TSK’dan ayrılmış subay bulunuyor. Yolları açık olsun.
Mutsuzluk dağlara vurdu
Çanakkale’de 57. Alayın tümünün şehit olduğu gün, 100 yıl sonra, binlerce kişi gecenin ayazında o tepeye yürüdü. Kilometrelerce uzakta, Ankara’da, Mustafa Kemal’in artık mezar olmaktan çıkıp sembol haline gelmiş kucağı Anıtkabir’de, onbinler, sabaha kadar, havaya kandiller uçurarak, Atasını ve şehitleri andı. Bir toplumun cinnet hali midir bu? Sadece 100 yıl geçti diye şehit anması mıdır? Hayır, aldanmayın: Bu bir isyandır! Bu bir YETER! çığlığıdır. Bir gün önce, yanında ne başbakanı, ne muhalefet partileri olmadan, TEK başına anma şovu yapan tek adam iktidarının yarattığı geleceğe yönelik tepkidir, cumhuriyet değerlerinin yitiriliyor olmasının getirdiği tedirginliktir. Hayat güllük gülistanlık olsa, gece sabahlara kadar kaç kişi vefa adına kendini dağlara vurur Allah aşkına! Türkler dünyanın mutlu ülkeleri arasında ancak 76’ncı olabilmiş.
Pırıl pırıl parlayan genç yıldızlar
Geçen hafta sonu Ankara’da, Sevda Cenap And Vakfı’nın davetlisiydim. 32. Ankara Müzik Festivali çerçevesinde Portekizli Fado sanatçısı Cristina Branco'yu dinledim. Ama asıl akşam birlikte olduğumuz genç müzisyenlerimizi tanımaktan mutlu oldum. Can Çakmur, Hasan Gökçe Yorgun, Elif Dilimli ve Başar Can Kıvrak bir gece önce sahne almışlardı.
Yaşları 17 ile 22 arasında değişen sanatçıların olgunluğu ise başka bir alem! En gençleri Can Çakmur, henüz lisede okuyor. Girdiği bütün yarışmalardan burslar ve ödüllerle dönüyor. Şimdiden bir konser piyanisti, en çok Schubert çalmaktan hoşlanıyor. İnce, uzun boylu, kabarık saçlı genç adam, yemekte karşımda oturuyordu ve bütün gece iki kanka gibi sohbet edip gülebildik!
Zaten sahne dışında bildiğin gençler: Elif çellosuna piyanoda eşlik eden Başar Can'a “Odun gibi çalmasana!” diye takılabiliyor. Hepsinin müzik geçmişleri, konkurlar, ödüller, başarılarla süslü. Hepsi eğitimlerini planlamış ve ünlü hocalarla iyi okullarda çalışıyor. Belli ki kariyerleri pırıl pırıl olacak. Yıllar önce kırmızı saçlı genç kız olarak bıraktığım festivalin sorumlusu Pınar Alpay ise masmavi gözleri ve kırmızı saçlarıyla aynen duruyor. Bitmekte olan festivali bir kenara koymuş, çoktan yüzlerce çocuktan oluşan korolarının peşinden koşuyor!
Tango severmisiniz, ya kabare? Buyrun o zaman
Bildiğim tek Alman kabare sanatçısı Mavi Melek filmiyle meşhur olan Marlene Dietrich'tir. Ute Lemper de ona fena halde benziyor. “Berlin'de Son Tango” gösterisini 28 Nisan’da CRR’de sergileyecek olan sanatçı Fransız şansonları ve Arjantin tangoları da söyleyecekmiş. Hani seviyor ve farkında değilseniz kaçırmayın diye hatırlatıyorum. İstanbul’da her zaman böyle gerçek bir romantik akşam yaşanmıyor!
Telefonla DASK muhabbeti!
Olur olmaz yerde, olur olmaz kurumlardan gelen telefonlardan bunaldım! Cep telefonlarıyla ulaşılır olmak sıkıntı yaratmaya başladı. Muhtemelen sizi de arıyorlar: Biraz önce 125 diye bir numarayla kavga ettim. Doğal Afet Sigortası imiş.
Ben zaten bankamdan yaptırıyorum. Bir hafta önce “sigortanız bitmiş” diye aradılar. Bütün bilgilerimi de doğru biliyorlar, peki hadi uzatmayalım diye yaptırdım, kredi kartı bilgilerimi de vererek. Şimdi onlar değil de bunlar gerçekse ben dolandırıldım mı?
Eğer dolandırıldımsa suçlusu DASK’dır. Çünkü resmi kurum, neme lazım diyerek, genelde yapmayacağım bir biçimde telefonla hiç tanımadığım birine sigorta yaptırıyorum. Yok dolandırılmadım, ötekiler doğruysa bunlar neci? Burası resmi devlet kurumu diye telefonla sigorta migorta yapmayın bir zahmet! Herkesin bir bankası var, bırakın bankalardan yapalım sigortamızı ve başımız ağrımasın! Devlet soyguna aracı mı oluyor?