Türk sinemasına damgasını vurmuş filmlerden biridir “Selvi Boylum Al Yazmalım”. Türkan Şoray, Kadir İnanır’a aşıktır ama oğluyla tek başına kalınca Ahmet Mekin sahip çıkar ona ve oğluna. Sevgiyle sarılır ikisine de. Ve Kadir İnanır tekrar piyasaya çıkıp sevgilisini ve oğlunu almaya geldiğinde, o meşhur sahne yaşanır: küçük çocuk “Baba, baba!” diye koşturarak gerçek babası Kadir İnanır’a değil, biraz ilerde onlara bakan Ahmet Mekin’e doğru koşar. Onu baba sevgisiyle büyütmüş adama. Ve Türkan Şoray ağır adımlarla Kadir İnanır’ın yanından geçip Mekin’e gider, aşkı değil, sevgiyi seçer!
Lale Belkıs: Kötü kadın değilim
Bu sahneyi 32. İstanbul Film Festivali’nin açılış töreninde gözü yaşlı izlememizin nedeni Ahmet Mekin’in, üstelik de Türkan Şoray’ın elinden Onur Ödülü alacak olması! Mekin, o yaşına rağmen bütün yakışıklılığıyla sahnede bekliyor ve siyah elbisesinin üzerine giydiği gece mavisi pullarla gökten inmiş bir yıldız gibi parlayan Türkan Şoray geliyor sahneye. Bir alkış, bir alkış. Her zamanki gibi heyecandan yaprak gibi titreyerek konuşmasını yaparken birden duruyor, “Ne kadar güzel bakıyorsunuz öyle!” deyiveriyor Ahmet Mekin’e. Ve bir duygu seli yaşanıyor, birbirlerine sarılıyorlar, öpüşüyorlar. Biz de burnumuzu çeke çeke izliyoruz ikisini! Ya bir diğer Onur Ödülü alan sanatçı Lale Belkis? Teşekkürlerden sonra isyanını da açığa vuruyor birden: “Bana kötü kadın dediler. Oysa ben hep ayaklarının üzerinde duran kadını canlandırdım!” Ona da ödülünü pek çok filmde beraber oynadıkları Ediz Hun veriyor, Yeşilçam ağzıyla: “Sana bu ödülü vermekten bahtiyarım, lütfen kabul et!” diye. Ediz Hun da az terketmemiş filmlerde Lale Belkis’ı, Filiz Akın’a gitmek için mesela!
Festival filmlerle sürüyor
Mehmet Ali Alabora’nın “Başkan” tavrıyla sunduğu, hiç bir protokol konuşmasının yapılmadığı, hiç bir plaket törenine girilmeyen, sadece sinemadan bahsedilen bir tören oldu sonunda! Ve Kadir Topbaş duysun diye özellikle Emek Sineması’nın yıkılışı bile protesto edildi, daha ne olsun. Bir de o iç karartıcı afiş olmasa, görmemek için üstünü kapatıyorum! Maraton başlıyor, biletler bitmiştir demeyin, gündüz beş lira, yüzlerce film sizi bekliyor, sinema dünyasının büyüsüne kapılmanın tam da zamanı!
İçki içmek, çizik nedeni
Çamlıca Tepesi’ne İstanbul’un her yerinden görülecek ve en büyük olacak caminin temeli için dozerin kepçesinin vurulduğu gün, İzmir’de de “Ne kadar dindarsınız?” anketi yapılıyormuş! Malum, Diyanet İşleri Başkanı Görmez, sonradan düzeltmeye çalıştıkça batırdığı bir biçimde “İzmirliler dindar değil, aydınlatılmaları lazım” deyiverdi. Tabii bu lafı yemiş bir şehrin halkı, önümüzdeki yerel seçimlerde Aziz Başkan’dan memnun olmasa, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım’ın şehre kamp kurup yaptıklarına bayılsa da oy verir mi bilemem. İşi inada bindirmemek lazım.
Gavur İzmir benzetmesinden sonra bu daha da ağır oldu. “Namaz kılıyor musunuz, dindar mısınız, şu musunuz, bu musunuz?” tarzı bir soruşturmanın anket adı altında bile olsa insan haklarına ve anayasaya aykırı olması kimseyi de rahatsız etmiyor! Aslında bunlar hikaye. Önemli olan Başbakanın kriterleri. Kırmızı çizgileri içinde üç önemli nokta var, asla affetmediği, kabul etmediği: içki, kadın, kumar. Diyeceksiniz ki damat mı arıyor, bürokrat mı? Bence daha fazlası. Ayrıca bizim muhafazakâr zihin yapımız içinde bunlara kimsenin itirazı da yok. Gerçi kumar oynayan pek yoktur ama fırsat bulunca herkes çapkın. İçki de bu iktidarda “kırmızı değil, kan kırmızı” çizik nedeni oldu! Millet ortalıkta meşrubat içiyor, lokantalar şerbet üretimine geçti. İçki tüketimi ise azalmıyor, ne hikmetse. Kabahatler gizli yapılıyor!
Tercümanlar dernekten
KCK davalarını kilitleyen konulardan biriydi sanıkların “Ana dilde savunma hakkı” istekleri. Tabii ki her sanığın bildiği, anladığı dilde yargılanma hakkı meşrudur ama KCK davalarından yargılanan sanıkların kopardıkları yaygara, ihtiyaçtan değil, siyasettendi. Onlar, muhtemelen Kürtçe bile bilmiyor ama inadına Kürtçe yargılanmak istiyordu. Davalar kilitlenip kalmıştı. TBMM’de hayli kavgalı gürültülü bir oturumda Ocak sonunda kabul edildi sanığın “kendini daha iyi ifade edebildiği bir dilde savunma yapma hakkı”. Peki sanık Kürtçe savunma yaparken kim tercüme edecek Türkçeye? Bu diğer dillerde masrafları mahkeme tarafından karşılanan yeminli tercümanlarla olur. Evrensel hukuk kurallarında böyle. Bir İngiliz, Türk mahkemelerinde sanık olarak yargılanıyorsa yeminli tercüman çevirir savunmasını. Bunun için mahkemenin elinde tercüman listesi olması lazım.
Kürtçe tercüman listesi henüz yok. Yönetmeliğe madde koymuşlar, liste hazırlanana kadar KCK’lılar tercümanlarını kendileri getirecek ve parasını da ödeyecek diye. Hukuğa uyduramadık, hukuku uyduralım diye de buna denir herhalde. Oradan buradan, dernekten milletvekilinden yeminli tercüman olmayan ama Kürtçe konuşan birini bulup getiriyorlar mahkemeye, onlar da zaten Türkçe bilen sanığın sözüm ona Kürtçe savunmasını Türkçeye çeviriyor! Memlekete açılım mı geldi, bahar mı geldi, hangi davalarda hukuk işler, hangisinde guguk işler, sapla saman karıştı! Zor, demiri büküyor! KCK davalarında tahliye üstüne tahliye, hatta beraat kararı verilirken 28 Şubat davasından tutuklu 80 yaşındaki parkinson hastası emekli general Teoman Koman tutuklu yargılanıyor, ölüm tehlikesi olan hasta tutuklular inadına Adli Tabibe bile yollanmıyor. Açılımın bedelini birileri fena ödüyor!
31 Mart 2013, Pazar 05:00
Haberin Devamı