Deprem sonras› Van'a yardım, hepimiz için örnek olay niteliğinde, çünkü yar›n benzeri stanbul’da yaşanacak. Rotary Türkiye, Van’a ilk koşanlardan. Yanlışlardan ders almal›. Sonradan ortaya çıkmış ki kurtarma ekiplerinde ses dinleme cihazı yok! Hemen alıp yollamışlar, o cihazları ortaklaşa kullanmışlar da yüzeye yakın olan yüzlerce insan öyle çıkarılmış. Daha hassas olanı varmış ama Türkiye’de yokmuş! Getirilmesi de izin, ıvır kıvır, 15-20 günü bulurmuş diye vazgeçmişler. “Şimdi hemen getirtin dedim, bulunsun, lazım olacak!” Uluslararası Rotary, İngiltere’den k›ş şartlarına uygun, içinde herşeyi olan 5 bin çadır bağışlamış. 2 bini gelmiş, 1600’ü kapışılmış, evlerin yakınına kurulanlardan. Kalan 400’ünü de çadırkent olarak kuruyorlar. Geri kalanını getirtmek için çırpınıyorlar.
[[HAFTAYA]]
Yardımda bir de böyle sorun var, bağ›ş yapılıyor da mektup değil ki, üç bin çadır, getirtilmesi kolay mı? THY yetişemiyor, TIR’la getirelim, vakit kazanalım diye uğraşıyorlar. Körfez depreminden sonra da Rotary Kulüpleri çok çalışmıştı, İzmit, Adapazarı’ nda onların çadırlarında kalmak bir ayrıcalıktı. Şimdi de 5 milyon dolar tutar›ndaki çad›rkentle en büyük bağışı yapmış sivil toplum kuruluşu durumundalar. Sanırsınız herkes sırtlarını sıvazlıyor değil mi? İltifat istedikleri de yok ama, daha iyi çalışabilmek için biraz daha az engele bile razılar!
Nasıl mı? İstanbul’da çocuklara sağlık taramas› başlatmışlar, 10 bin çocuğun taraması yapılmış, ne sorunlar yakalanır böyle taramalarda, görme, işitme engeli, kansızlık, d vitamini eksikliği. Niye sadece İstanbul? Milli Eğitim Müdürlükleri aman laf olur diye pek yanaşmıyormuş işbirliğine! İnanamadInız m›? Mesela ana sınıfı yok ilkokullarda. Bütün okullara yapabiliriz diyor Türkiye Guvernörü Fatih Recep Saraçoğlu; ama işbirliği, izin yok. Oysa çocuklar evden çıkacak, okula gidecek, şarkı söyleyecek, hayatı değişecek. Niye yapıyorsunuz, ne menfaatiniz var, niye paranızı vaktinizi yoksul, yardıma muhtaç insanlar için harcıyorsunuz diye kuşkuyla bakarlar size, alt›nda bir şey ararlar! Hiç bir iyilik cezasız kalmaz, burası Türkiye diyorum. Neyse ki vazgeçmiyorlar, dokunduklarının hayatını değiştirenler her zaman var, olacaktır da.
Şimdi sinema zamanı
İki güzel film izledim, Türk sinemasından, “Beni Unutma” ve “Celal Tan ve Ailesi’nin Aşırı Acıklı Hikayesi!” Uzun isimli olanı daha çok beğendiğim. Çünkü beni şaşırtabildi, heyecanlandırdı, güldürdü, merakla izletti kendini. Onur Ünlü’nün başarılı yönetimi altında oyunculukların da iyi olduğunu eklemek lazım. Film, adından da anlaşıldığı gibi Celal Tan ve Ailesi’nin başına gelen tuhaf şeyleri anlatıyor. En sevdiğim tarafı da herkes kötü! Evet, o ağlak iyi insanların zulme uğradığı dramatik filmlerden sıkılmış olmalıyım ki, herkesin kötü olduğu bir komediden çok hoşlandım. Film, zaman zaman sitcom düzeyine inse de, absürd sinema sınırlarını zorlamıyor değil!
Zaten Adana Altın Koza’da senaryo, film ve oyunculuk ödüllerini toparlayıverdi. Gerçekten aksayan oyuncu yok. Ezgi Mola’yı zaten Türkan Şoray’ın kızı rolünden beri hayranlıkla izliyorum. Zayıflamış, ama hâlâ mahallemizin iyi kalpli ama asabi kızı, seksi kadın değil. Sıradan bir ailenin başına bu kadar absürd şeyler gelebilir mi? Vallahi gelir, siz hiç polis adliye haberlerini okumuyor musunuz? Ve tabii bu absürd olayların akışı içinde de geçerken her şeye biraz çemkirilir! Yok hayır, mesaj filmi değil ama laiklerle de dalga geçiliyor, entellerle de, cumhuriyetçilerle de. Oysa onlar şu aralar sadece ağlanacak halde! Onur Ünlü’ye acil şifalar diliyorum, filminin başarısı hastalığını yenmesine yardımcı olacaktır.
Beni Unutma
Özer Kızıltan’ın Burak Göral’ın senaryosundan çektiği “Beni Unutma” romantik bir dram. Bir tür “love story” ama, son yılların başarılı oyuncusu Mert Fırat’ın kendini paralamasına ve Açelya Devrim Yılhan’ın kıvırcık saçlarına rağmen niye seyircide bu ikisinin büyük bir aşk yaşadığı hissi bir türlü uyanmıyor? Şahsen bende uyanmıyor! Konu güzel, günümüz genç insanları, aşk, ihanet, ayrılık ve yeni aşk iyi kotarılmış bir ilişkiler ağı. Evet sonunda gözlerim de yaşardı ama ben zaten kolay ağlarım, bizim sinemamızda aşk ve seks perdeden çıkıp da seyirciye ulaşamıyor! Öyle olunca da film doğru düzgün olsa bile aşk filmi olamıyor. Muhafazakâr toplum olduğumuzdan mı acaba?