Demet Akbağ, eşi Zafer Çika’yı bir trafik kazasında kaybetti ne yazık ki... Allah rahmet eylesin, geride kalanlara da Allah sabır versin. Gerçekten çok zor, çok üzücü. Cenazeyi görmüşsünüzdür; tüm aile ayakta zor duruyor, son gayret taziyeleri kabul ediyorlar.
Onlar bu haldeyken video çekmelere doyamayanları gördünüz mü peki? Cami avlusunda ünlüleri görmek için sıraya dizilenleri, film izler gibi onları izleyenleri? Cem Yılmaz’la fotoğraf çektirme yarışına girenleri?
O insanlara bakarken sen utanıyorsun; ne ölüye saygı var, ne acı içinde kıvrananlara. Gülriz Sururi’nin söylediklerini hatırlıyorum onlara bakarken… “Bizim insanımızın tören kültürü yok. ‘Saçın ne güzel’, ‘üstündekini nereden aldın’ sohbetleri yapıyorlar.
Ben cenaze töreni istemiyorum” derken ne kadar da haklıydı. Bu yüzden sessiz bir defin istedi; sessiz, saygılı bir şekilde de toprağa verildi. En iyisini yaptı. Cenaze törenlerinde bu kokteyl görüntüleri, ünlü görme yarışı hep vardı da; şimdi bir de çiçek tartışması başladı...
Zafer Çika’nın cenazesindeki çelenklerden çiçekleri sökenlere herkes şaştı kaldı, kınadı... Ertuğrul Özkök ise “Bu neden saygısızlık olsun?” diyerek sordu: “Bir insanın cenazeye gelmiş çiçeği alıp evine koyması, onu bir vazo içinde yaşatmaya devam etmesinde ne var?”
Bana sormadı ama yine de söylüyorum: Duygusuzluk var sayın Özkök! Kasap et, koyun can derdinde görüntüsü var! Birileri acıyı iliklerine kadar hissederken;senin aklının çiçekte olması gibi saçma bir hal var!
Ölenler için gelen çiçekleri yağmalamak, hele de ölenle bir yakınlığın yoksa, bütün o anmayı yağmalamak gibi bence… Her saygısızlık da bu kadar normalleşmesin lüften.
"TÜRK İŞİ" HAMASET FİLMİ
Mustafa Uslu’nun ‘Ayla’, ‘Müslüm’ ve ‘Çiçero’dan sonraki dönem filmi ‘Türk İşi Dondurma’ vizyonda. Filmi, basın gösteriminde izledim ve biraz çekimser kaldım... Zira filmi izledikten sonra olayın ayrıntılarını da okuyup öğrendim.
Gerçek olaylardan esinlenip yazılmış bir film bu. Asıl hikaye ise şu: 1915’te, Avustralya’nın Broken Hill kasabasında yaşayan Afgan kökenli iki yabancı, sivilleri taşıyan bir trene saldırıyor.
Bu olay ülke tarihindeki ilk terör eylemi. Saldırganların üzerinden çıkan Türk bayrakları ise, savaşa sıcak bakmayan ülkede rüzgarı tersine çeviriyor. O yüzden bunun; ülkede asker toplayan İngilizler’in, Anzak’ları Çanakkale’ye götürebilmek için yaptığı bir provakasyon olduğu düşünülüyor.
İşte, ‘Türk İşi Dondurma’ bu olayı baz alarak çekiliyor. Filmde, Avustralya’daki iki Türk’ün, İngiliz kışkırtmasıyla ötekileştirilmeye çalışıldığı, harp yüzünden ülkelerine dönememeleri ve yaşadıkları olumsuzlukların ardından savaşa giden bir tren dolusu askere saldırması anlatılıyor.
Yani bir kahramanlık destanı yazılmış. Tartışmalar da bu noktada çıkıyor: Film bir belgesel olmak zorunda değil ama tarihteki bir olayı bu kadar değiştirmek, bir eksen kayması değil mi?
Filmin kostüm ve dekorları on numara
‘Türk İşi Dondurma’nın başka açmazları da var… Tatlı komik Türkler’in hikayesi olarak başlayan ve sonra kahramanlık destanına dönüşen filmde; Türkler orada yaşadıkları halde, biri hariç İngilizce bilmiyorlar!
Buna karşılık Avustralyalılar Türkçe biliyor! 2019 yılı gibi modern bir Türkçe konuşuyorlar ki, acayip sırıtıyor. Bir tek Ali Atay’ın performansını beğendim, çok iyiydi.
Bunlara karşılık kostüm ve dekorlar, filmin sanat yönetmenliği çok başarılı. Kemer Country’de şahane bir plato kurulmuş, şahane bir kasaba inşa etmişler.
Evlilik bağımlılığı bu!
Jennifer Lopez’in kafam kadar pırlanta yüzükle 4. kez evliliğe ‘evet’ demesi.. Buna karşılık Tuba Ünsal’ın “evlilik ölmeye mahkum” sözleri… İşte size tam pazarlık tartışma! Günlerdir herkes bu mevzuyu konuşuyor...
Jay Lo gibi bir kadın neden dördüncü kez evlenmek ister? Evliliği üç kez tatmış zaten. Para desen, müstakbel damatla yarışır serveti var. Çocuk isteği desen, ikisinin de çocukları var. Yani evliliğin sunacağı imkanlara hiç ihtiyacı yok. O zaman niye?
Geriye bir tek ‘Biz’ olma hikayesi kalıyor. Üç kez evlenmiş de olsa, tek taş, gelinlik ve düğün romantizmi istiyor kadın ille de! Diğer taraftan 3 kez evlilik yapmış Tuba Ünsal diyor ki, “Hayat değişti ama evlilik kurumu olduğu yerde sayıyor.
Ölmeye mahkum...” Haksız mı? Kesinlikle değil. Ama asıl soru şu: Bir gün çok aşık olduğunda, sevdiği adam ‘evlenelim’ dediğinde ‘Evlilik öldü, o yüzden hayır’ diyebilecek mi acaba? Kabul edin; ilişkide yola değil sadece varış noktasına kilitliyiz. O varış noktası da, evlilik müessesi. Yani imza atmadan kimse ‘biz’ saymıyor kendini.