Caner Alper: 'Ben iyiyim, dürüst, adil ve hakkaniyetliyim' demek kadar boş bir lakırdı olamaz
'Zenne' ve 'Çekmeceler'in yönetmeni Caner Alper, her zaman nevi şahsına münhasır işlere imza atıyor. Filmlerinin de kitaplarının da derin meseleleri var. Kurguyla gerçeğin iç içe geçtiği yeni romanı ‘Şeref Motel’ de, okuyucuya aile, şeref ve saygınlık kavramlarını sorgulatıyor. Romanı ve onu bu konularda yazmaya iten nedenleri konuştuk. Oya Çınar / oya.cinar@posta.com.tr
İlk filminiz ‘Zenne’ ile beş altın portakal aldınız. ‘Çekmeceler’i kaç defa izlediğimi bilmiyorum. ‘Temiz Aile Çocuğu’ çok güzel bir kitaptı. Şimdi ‘Şeref Motel’i yazdınız. İnsanın yaptığı her iş mi bu kadar sarsıcı olur?
Teşekkür ederim. Gözlemlerimi dile getirmekten hiç korkmadım. Kolej andacına birkaç öğretmenim ve arkadaşım da bunu yazmış, “Hep korkmadan yürü” diye. Bir de hafızam lüzumsuz ayrıntılarla dolu. Hatırladıkça anlatırım, anlattıkça her şey oraya mıhlanır. Sonra bir meseleyi yazmak istediğim sahnede onları tek tek çeker çıkarırım.
Yaptığınız şeyi tam olarak nasıl açıklıyorsunuz?
‘Temiz Aile Çocuğu’nda da yazmıştım; ben sokağa, oynamaya pek çıkmazdım. Oyuncağım da yoktu. Babam eve resim defterleri, boyalar ve yapışkanlar getirirdi. Kuklalar yapar, boyar, masanın altını sahne, örtüsünü de perde bellerdim. Sonra yaşadıklarımı ve hayal gücümü birleştirir, onları oynatırdım. Ben galiba hâlâ aynı şeyi yapıyorum…
DAHA HİÇBİR ŞEY YAPMADIM
Kendinize dışarıdan baksanız, sizin yaptığınız filmlerden, kitaplardan etkilenir miydiniz?
Etkilenmezdim. Neler neler yapanlar, yazanlar var, yüzümü onlara çevirdim. Daha hiçbir şey yapamadım. Yaptıklarımı beğenmek bir kenara hiç önem vermem. Eşim Mehmet çok kızar bu huyuma, “Kendini ciddiye al, yaptıklarını önemse” der. Resimlerimin altını imzalamak bile ayıp gelir. ‘Amatör şeyler, ben kimim ki’ diye düşünürüm. Sonra para gelir hesabıma, pek mutlu olurum. “Aa, ben kendi kendime oyun oynamıştım halbuki, onlar para verdiler” diye.
Bugüne kadar yazdıklarınızla aile kavramını defalarca ters düz ettiniz…
Aile içi boş, kasvetli ve haksızlıklarla dolu bir kurum benim için. Aragon’un dizesi “Mutlu aşk yoktur” gibi, iyi aile de yoktur. Kimileri öyle zanneder, çünkü babaları iyi yalancıdır, anneleri de iyi oyuncu. Ama iyi insanlar ve bireyler vardır, sadece onlar anne ve baba rolüne çıkınca saçmalar. Elimde çok malzeme var…
Özellikle araştırarak vardığınız sonuçlar mı?
‘Çekmeceler’in senaryosunu yazarken pek çok baba-kız ilişkisini araştırıp meseleyi anlamaya çalışmıştım. Psikiyatr ve psikoanalizcilerden kanımı donduran, tüylerimi diken diken eden hikayelere ulaştım. Ama artık biliyorum ki genel seyirci bunları görmek ya da yaşadıklarını seyredip hatırlamak istemiyor.
GERÇEKLERDEN KOPMAK ONLARI DAHA ÖZEL KILAR
Genellikle senaryo ya da bir kitaba başlarken çok keskin bir çıkış noktanız oluyor mu?
Oluyor… Yavaş yavaş karakterleri kuruyorum. Nereden gelmiş, nereye gidiyorlar? Dramanın altın kurallarını asla unutmam, gereksiz yan hikayecik ya da karakteri siler atarım. Kalanların usul usul altını oymaya başlarım. Gerçeklerden kopmak onları daha özel kılar. Aklımın hep bir yanında aynı sorular vardır: Bu okuyanın hayatında neyi değiştirecek? Ben neyi değiştirmeye çalışıyorum? O sorular, o yola çıktığım küçük hikaye göletlerinden beni okyanusa kadar taşır.
‘NE KADARI GERÇEK?’ SORUSU BENİ MUTLU EDİYOR
‘Şeref Motel’ gerçek mi? Ne kadarı kurgu ne kadarı sizin hikayeniz?
Öyle sekiz odalı bir aile motelimiz vardı. Gerçekten de 60’ların ortasında kurulmuş, 90’ların başında yerle bir olmuş. Evet, onun uğruna sülalemizde pek çok tartışma, çekişme olurdu. Diğer ayrıntılarda kurgu yanım devreye girdi. Daracık bir delikten, küçük bir çocuk gibi bakıp sonra bakış açısını da dilini de geliştirmek, genişletmek istemiştim. Sona gelip baktığımda, hemen her eserde olduğu gibi, kurgu kısmının daha ağır bastığını görüyorum ama yine de insanların bana gelip “Ne kadarı gerçek?” diye sormasını seviyorum.
İnsan bir konuya dair yazdığında o konudaki meselesini belli oranda çözmüş oluyor mu?
İnsanına bağlı galiba. Benim için terapi yönü ağırlıkta. ‘Temiz Aile Çocuğu’nu yazdıktan ve olağanüstü geri dönüşler aldıktan sonra o hikayeler aklımın ya da kalbimin duvarlarına çarpmaktan vazgeçtiler.
Hikayenin kahramanı Cem, “Cihan’la ben, küçük ailemizin karar verme şekliyle tek partili demokrasi diye dalga geçerdik” diyor…
Abimle ikimiz yıllarca annemin kendini çok demokratik ebeveyn kabul edip “Hayır, dedim mi orada biter” lafıyla alay etmişizdir. Çevremde o yıllarda çok vardı böyle anneler, babalar. Onların biri bariz söz sahibiydi ve o ne derse o olurdu. Sonra Türkiye tarihini öğrenince “Aaa bizim aile modelimiz” demiştim. 60’lı ve 70’li yıllarda ailelerimiz demokratikleşebilseydi, bugün bu ülkede vatandaşlarının fikrine önem veren liderler olurdu.
Sizin şeref ve saygın tanımınız ne?
Kendinize pay biçemezsiniz. “Ben iyiyim, dürüstüm, adilim, hakkaniyetliyim” demeniz kadar boş bir lakırdı olamaz. Ayrıca “Biz” kim? Bir topluluk tümüyle saygın ve şerefli olabilir mi? Şeref, o yılların en büyük takıntısıydı. Belki bazıları için halen öyle. Bıyık da şeref olurdu, karısının başka bir erkekle gitmesi de.
Bir gün geldi, üniversite tahsili yapsın diye İstanbul’a gönderdikleri oğullarını ‘şerefleri’ için öldürdüler. İşte bu romanın ilk cümlesi benim için o gün yazıldı. n Başarı sizce saygınlığı ne oranda taşıyor? Mesela ilk filminizle o kadar ödülü kucaklayınca kendinizi saygın hissetmiş miydiniz?
O gece çalışkan bir öğrenci olarak karnemi almış, mutlulukla eve dönmüştüm. Başarı göreceli ama saygın olmak çok daha köklü, devamlılığı olan bir kavram. Andy Warhol’un dediği gibi, herkes bir gün 15 dakikalığına da olsa ünlü olabilir ama sonra aynı hızda unutulup gider.
YUMRUĞUNU DEĞİL, AKLINI VE DUYGULARINI KULLANAN ELBET KAZANACAK
Cinsel yönelimi konusunda yıllarca kendiyle yüzleşemeyen insanlar var. Sizce bu konu bir yanıyla hep tabu olmaya devam edecek mi?
Bu bir güç oyunu. Kaba güç ve dayılanma artık tartışılmalı. Dünyanın en gelişmiş silahlarına sahip süper güçler pandemide en aciz hale geldiler. Artık alışageldiğimiz güç değerleri yıkılıyor. Yumruğunu değil beynini ve duygularını ortaya koyanlar elbette kazanacak. Ayrıca insanoğlunun pek çok karanlık yanı var ama hemcinsinden hoşlanmak bunlardan biri değil. Yaşayanlar bilir, sevgi gün ışığında daha güzel.
Geçtiğimiz hafta ‘Onur Haftası’ydı. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
Benim onurlu bir hayat yaşamama destek vermeyen düzcinsel çoğunluğa şöyle demek isterim: Unutmayın ki bu elinizde tutup paylaşmadığınız eşitlik sizin insanlığınızın bir ölçüsü ama benim için bir zaruret.
15 YIL SÜREN BİR DİZİ OLSA NE ŞAHANE OLURDU
‘Şeref Motel’i okurken gözümde kare kare canlanıyor her an. Sinemada izleme ihtimalimiz olabilir mi? Sinema değilse bile dizi olabilir gibi geliyor. Her bir oda ayrı bir bölüm. Belki ‘Boyhood’ gibi, bir çocuk oyuncuyu altı yaşında alıp birkaç yılda bir yeni bölüm çekilerek ilerlese ve 15 yılda bitse, ne şahane olurdu!
ÖN YARGILARI YIKMAK İÇİN CESUR VE ÇALIŞKAN OLMALISINIZ
Romanda baba figürü, ‘hayatı manevi hazlarla doldurma’ fikrine dudak büküyor. Sizin hayatınızın ne kadar manevi hazlarla doludur?
Hemen hemen bütünü. Okuduklarım, seyrettiklerim, anlattıklarımla haz dolan bir insanım. Kaderimi ailem belirleseydi, böyle olmazdı elbette.
Nasıl olurdu?
Yıllar öncesine ait bir anımla örnek vereyim size. 80’li yıllarda oturma odalarında ekonomik diye floresan lambası yanardı ve ben o güçlü ışıktan nefret ederdim. Üniversitede okurken tek başıma bir eve çıkmıştım. İlk iş olarak sıcak ışık yayan abajurlar satın aldım. O huzurlu ortama giren arkadaşlarımın çoğu kiranın yarısını ödeyip benimle yaşamayı teklif ederdi. Halbuki daha geniş imkanları vardı. Zaten sonra hepsi evlerini yaptılar ama hiçbiri o huzuru bulamadı. Çünkü hepsi anne ve babasının evindeki o beyaz ışığı baş tacı etmişti. Hepsi aynı değerleri giyinmişti.
“Korku sanatı öldürür” demişsiniz. Korkusuz musunuz, yoksa korka korka mı yürüyorsunuz?
Ön yargıları yıkmak için cesur ve çalışkan olmalısınız. Gördüğünüz yanlışı net bir şekilde ortaya çıkardığınızda, altını çizdiğinizde yapmak istediğiniz fark ediliyor ve karşılığını buluyorsunuz.
Cinsel yöneliminizi gizlemiyorsunuz. Hatta Türkiye ölçeğinde değerlendirince alışık olmadığımız kadar şeffafsınız... Hep mi böyleydiniz?
Elbette değildim. 20’li yaşlarımın başında, üniversiteyi yeni bitirmiş İstanbul’a taşınmıştım. Bir gün kalabalık arkadaş grubunda, gey olduğu düşünülen bir kişiden laf açıldı. Biri “Evet, o kişi eşcinseldir ama çok iyi bir insandır, ayrıca dürüst ve başarılıdır” diyerek dedikoduyu yapan gazeteciyi adabıyla düzeltti. Bu, o an çok hoşuma gitmişti. “O kadar iyi, dürüst ve başarılı olmalıyım ki eşcinsel oluşumun dedikodusu onların ayıbı olarak kalmalı” diye kendime o gün söz verdim.
- İncirin üstüne 1 bardak ekleyin! Sabah tüketen 100 yaşına kadar yaşıyor: Vücuda kalsiyum, magnezyum ve çinko yüklüyor
- Bağırsakları motor gibi çalıştırıyor! Aç karnına 1 kaşık yemek yetiyor, tıkalı bağırsakları yağ çözücü gibi açıyor! Kabızlığın en kesin çaresi
- Osmaniye'de hasadı başladı! Kilosu 10 TL'den kapış kapış satılıyor: Bağırsakları makine gibi çalıştırıyor, vücuda C vitamini yüklüyor
- En karizmatik burçlar onlarmış! Kaliteleri ve auraları ile kendilerini her ortamda belli ediyorlar
- Ayıla bayıla yiyoruz ama böbrekleri diyalize sürüklüyor! Her sofrada var, ömrü 10 yıl kısaltıyor, organ yetmezliğine kadar götürüyor