Sabancı ailesinin genç kuşak temsilcilerinden. 27 yaşında. Gündüzleri aile şirketinde çalışıyor, geceleri DJ kabininin arkasına geçiyor
Babası Mehmet Sabancı’yı kaybettikten sonra 11 yaşında ailenin ortak kararıyla İsviçre’ye gönderiliyor.
Dolayısıyla “Hiçbir Sabancı’yı karakter analizi yapacak kadar iyi tanımıyorum” diyor.
Faruk Sabancı ile yeni şarkısı ‘The Underground’ vesilesiyle buluştuk.
Sizinle ilgili sık duyduğum bir yorumla başlamak istiyorum. “Sabancı ama ‘klasik Sabancı’ gibi düşünme, aslında aykırı biri.” Siz kendinizi aykırı buluyor musunuz?
Aykırı neye göre, kime göre? Sabancı ailesinin diğer figürlerinden duruş olarak daha farklıyım tabii. Gerek işim, gerek sanatım, gerekse düşünce yapım ve yetiştiriliş tarzım gereği Sabancı ailesinin bazı fertlerinden farklılık gösterdiğim doğrudur.
KAPALI, MESAFELİ, KENDİ HALİNDE BİR İNSANIM
Siz kendinizi nasıl anlatırsınız?
Sahnedeki ya da iş yaşamımdaki duruşumdan farklı olarak gündelik hayatımda daha sakinim. Biraz mesafeli, kapalı ve kendi halinde bir insanım.
Kapalı olmanız neyden kaynaklanıyor?
Fıtratım böyle sanırım.
Müziğe ilginiz ne zamana dayanıyor, sizin için bir kaçış noktası mı?
Çocukluğumda piyano çalarak başladım, sonra ilgim elektronik dans müziğine kaydı. Bence müzik yapmamın en temel sebebi yapabiliyor olmam. Yapıyorum çünkü yapabiliyorum! Her ne kadar gerek kurumsal kimliğimden gerekse kendimden kaçış olsa bile neticede yine yapabiliyor olmamla ilgili bu.
Tam olarak dinlemekten zevk aldığınız müziği mi yapıyorsunuz?
Sabah kalktığımda kahvemi içerken bangır bangır elektronik müzik açmıyorum tabii ki. O kadar değişken bir zevkim var ki… Dönemsel olarak takıntılı bir şekilde sürekli aynı müziği dinliyorum, sıkılınca değiştiriyorum.
Gündüzleri ciddiyetle, takım elbiseyle kurumsal bir kimliğe bürünüyorsunuz. Gece DJ kabininde eğlence sunuyorsunuz. Kendinize bir yabancılaşma hissettiğiniz oluyor mu?
Kesinlikle hissetmiyorum çünkü o ayrımı iyi yapıyorum. İki kimliği birbirine kesinlikle karıştırmıyorum. Ve iki tarafta da motivasyonum oldukça yüksek. İkisi de farklı yanlarımı ifade etmemi sağlıyor. Ama en doğal halim tabii ki sahnedeyken ortaya çıkıyor.
Varlığın içine doğmuş biri olarak yaşadığınız hayattan tam olarak tatmin hissediyor musunuz?
Asla! Hiçbir zaman tatmin içerisinde değilim. Beni daha başarılı olmaya ve daha çok çalışmaya iten şey de tatminsizlik. Tatmin olduğum noktada dururum herhalde. Tropik bir adaya yerleşip hayatımı orada geçiriyor olurum.
İLİŞKİLER KONUSUNDA AİLEMİN DESTEĞİ OLMAZSA O İŞ OLMAZ
Hayatınızı bir fotoğraf karesi gibi düşünsek, “Bu karede şu eksik, olsa çok hoşuma giderdi?” dediğiniz ne var?
Babam yok! Babamın olmasını çok isterdim. Kaybettiğimiz diğer aile büyüklerimiz de olsun isterdim çünkü geri kalan her şeyi yerine koyabilirim.
Geçmişte yaşadığınız bir ilişkinin bitiş sebebi olarak “Ailem desteklemedi” demişsiniz. Sabancı olunca insan tam bağımsız olamıyor mu?
Bu bir tercih. Anlıyorum ne demek istediğinizi (Gülüyor). Çok iyi anlıyorum… Ama ben ailemin sözünü dinlemeyi tercih ediyorum. Bu özel hayat konusu bile olsa. Çünkü beni hep doğru yönlendireceklerinden eminim.
Her zaman onay mekanizması onlar mı?
Şimdiye kadar öyle oldu ve sonuç hep iyi oldu. Özellikle ilişkiler konusunda ailemin desteği olmazsa o iş olmaz. Deli gibi aşık olsanız? Onu o zaman düşünürüm…
Belki de sizin durumunuz yeterince isteyip istememekle ilgilidir?
Çok haklısınız. Olabilir. Belki de yeterince istememişimdir.
Ama diğer yandan aileniz DJ kabinine geçmenize de çok bayılmamıştır sanki…
Bu konu gündeme geldiğinde ben çocuktum, lise öğrencisiydim daha. Dolayısıyla “Oğlumuz DJ olmasın” yaptırımından öte “Oğlumuz daha reşit değil” ile başlayan bir serüvendi o. Ama ben çok erken yaşta uluslararası arenada ismimi duyurunca ve Hollandalı menajerlik şirketleriyle çalışmaya başlayınca olay değişti.
Daha mı olumlu bakmaya başladılar?
Hiçbir zaman “Aman da ne iyi yapıyorsun” demediler ama köstek de olmadılar. Ben başarılı olduktan sonra “Bizim oğlumuz artist, bizim oğlumuz sanatçı” durumuna döndü konu. Bir de elektronik dans müziği büyüklerimize o kadar zıt bir müzik ki.
İyisiyle kötüsünü ayırt edebildikleri bir şey bile değil. Ben bu alanda tanınır olduktan ve onlar kendi çevrelerinden benimle ilgili güzel şeyler duymaya başladıktan sonra “Bir dakika, burada güzel bir şeyler oluyor galiba” dediler.
Varlıklı bir aileden gelip de “Evet ben şanslı doğanlardanım” diyen birini hiç duymadım. Mutlaka bulundukları yere çok çalışarak geldiklerini söylüyorlar…
Bence bu aileden aileye değişir. Kimi aile 28 yaşındaki oğlunu yönetim kurulu başkanı yapar, kimi aile 40 yaşına gelene kadar en alt kademede çalışmaya devam etmesini ister. Bu ailenin geleneksel tavrıyla ilgili. Biz büyüklerimizden nasıl gördüysek o şekilde yapıyoruz.
Sizde nasıl oluyor?
Sabancı’ysanız “Okulu bitirdim, hadi hemen şirketin başına geçeyim” gibi bir durumunuz olamaz. Aşağıyı bilmeden yukarıyı yönetemezsiniz. Ama bu asla “Durun bi’ şu şımarık çocuğun burnu sürtülsün” değil. Bunun iş dünyasında bir karşılığı var. Bilmediğiniz bir işi üretemezsiniz.
Kuzenlerinizle, Hakan ve Hacı Sabancı ile ilişkiniz nasıl?
İyi…
Görüşüyor musunuz?
Bazen görüşüyoruz.
“Farklıyız” demiştiniz. Hangi konularda farklısınız?
Sadece kuzenlerim değil kastım, ailemin genelinde, hiçbirini karakter analizi yapacak kadar iyi tanımıyorum. Çünkü babam vefat ettikten sonra ben 11 yaşındayken İsviçre’de bir yatılı okula gönderildim. Yüksek lisansımı yapıp bitirene kadar da Türkiye’ye dönmedim. Dolayısıyla aile kavramı da bana başkalarına ifade ettiği kadar anlam ifade etmiyor olabilir.
Gitme kararınız nasıl verilmişti?
Beni yolladılar işte, aile büyüklerimiz. Ama bence doğru bir kararmış. Bana çok faydası oldu, beni sağlamlaştırdı.
Hiç zorluğunu çekmediniz mi? O yaşta tüm aileden uzakta…
Tabii ki çektim. O yalnızlık… Başkalarını anne-baba figürü haline getirmek… Mesela lisedeyken akşam yemeğine inilirken takım elbise giyme zorunluluğu vardı. Tüm arkadaşlarım kravat bağlamayı biliyordu ama ben bilmiyordum. Çünkü bana kravat bağlamayı öğreten biri olmamıştı. Bu en küçüğü… Ama bugün geriye bakınca görüyorum ki tüm o zorluklar beni bu kadar güçlü hale getirmiş.
ŞEKER HASTASI OLMAKTAN KORKTUM
Tüp mide ameliyatıyla 100 kilo verdiniz. Karar verirken fiziksel kaygılar mı sağlık sorunları mı daha etkili oldu?
O kilodayken fiziksel kaygılarınız olmuyor. Hatta onu çok geride bırakmış oluyorsunuz. Ben o hedeften çok uzaklaşmıştım. Fiziksel olarak toparlanacağımı hiç düşünmüyordum. Ama şeker hastası olmaktan, kendime insülin iğnesi yapmaktan çok korkuyordum. Çünkü ailemde var. Ve artık hocalarım “Faruk oraya doğru gidiyorsun” deyince “Tamam” dedim. Şimdi gayet memnunum. İyi ki yapmışım.
CİMRİ DEĞİLİM, CÖMERT DE DEĞİLİM, DENGELİYİM
Neredeyse cimrilik derecesinde tutumlu olduğunuz söyleniyor…
Yazılanlar yalan. Bazı konularda tutumluyum ama cimri kesinlikle değilim.
Cömert olduğunuzu söyleyebilir misiniz?
Onu da söyleyemem. Dengeli olmaya çalışıyorum.
Mesela bir masada Sabancı varsa hesapları mutlaka o mu öder?
Asla öyle bir sorumluluk hissetmem. Hele ki o masadakiler arkadaşlarımsa arkadaşlar arasında hiyerarşi olmaz. Öyle olursa bir süre sonra her masaya sadece hesabı ödediğim için davet edilir hale gelirim. Bu da dostluklara zarar verir.
AŞKIN VARLIĞINI BİLMİYORSANIZ YOKLUĞUNU HİSSETMİYORSUNUZ
Hiç gerçekten aşık olmamışsınız. Öyle hayat geçiyor mu?
Geçiyor çünkü bir şeyin varlığını bilmiyorsanız yokluğunu hissetmiyorsunuz.
Romantik bir akşam yemeği, vesaire... Hiç böyle istekleriniz olmuyor mu?
Olsa “Hayır” demem aslında ama kısmet olmadı.
Neden olmuyor? Eminim çevrenizde sizinle ilgilenen kadınlar vardır.
Biraz farklı bir kafa yapım var benim. Beklentim çok farklı. Genellikle benim statümdeki insanlarla birlikte olan hanımefendiler gerek flört döneminde, gerekse ilişkinin evliliğe gittiği durumlarda birlikte oldukları beyefendinin eşi olarak var olmayı seçiyorlar. Ve bu benim kabul edebileceğim bir şey değil. Benim birlikte olacağım insanın kendi kariyeri, kendi amaçları olmalı. Hayattaki kariyer planı ‘Faruk Sabancı’nın eşi’ olmak olmamalı.
Bunu ayırt etmek zor değil mi?
İşte emin olamıyorum. Güven sorunu mutlaka var. Politik olmak adına bazı gerçekleri görmezden gelemiyorum. Bir hanımefendi bana biraz samimiyet gösterdiği zaman ben onun niye olduğunu anlayabiliyorum. Bence benim konumumdaki herkes anlıyordur ama bazıları bunu görmezden gelmeyi tercih eder kimisi de onu yapamayıp benim gibi yalnız kalır (Gülüyor).
Bu söylediğinizde biraz kibir yok mu?
Sahip olduklarınız sizin için çok önemli olmasa karşınızdakinin tek motivasyonunun soyadınız, statü ve paranız olduğu aklınıza gelir miydi? Peşin hükümlü değilim ama istatistiksel olarak böyle yani. İlgisinin sebebi bunlar değilse bir kadın benimle niye ilgilensin ki?
Niye ilgilenmesin, anlayamadım?
Bir sürü sebebi olabilir... O kadar özgüvenli değilim demek ki! İşin temelinde bir güven sorunu olduğu doğru. Ama bu kesinlikle kibirle ilgili değil onu çok net olarak söyleyeyim. Buna kibir demek bana haksızlık olur. İster istemez bazı yaşanmışlıklardan dolayı insan kendine bir koruma kalkanı yaratıyor, çevresine bir duvar örüyor. O duvarları aşmak da benim için çok zaman alıyor.
OYA ÇINAR
oya.cinar@posta.com.tr
- Kilis'te hasadı başladı! 3 kuşaktır aynı topraklarda üretiliyor: Damarları çamaşır suyuyla temizlemiş gibi yapıyor
- Organları ve damarları çürütüyor! Vücudu baştan aşağı zehirliyor: Böbrekleri iflas ettiriyor
- Bayburt'ta hasadı başladı! Kilosu 10 TL: Kolesterolü düşürüp kabızlığın ve basurun kökünü kazıyor!
- Karadenizliler ondan vazgeçemiyor! Soğuk algınlığı ve gribi bitiriyor: Bağırsakları makine gibi çalıştırıyor
- Cilt tonunu eşitliyor! 2 malzemeyi karıştırıp sürün: Parlamanın önüne geçiyor