Şef Mehmet Yalçınkaya depremin ilk gününden beri Kahraman Maraş’ta, Adıyaman’da, Hatay’da… MasterChef ekibiyle kurduğu mutfaklarda bölgedeki halka yemek yapıyor ve dağıtıyorlar. “Buradan hiç dönmek istemiyorum, döndüğümde de bir elim ve ayağım hep burada olacak. Ta ki, “Teşekkür ederiz, size ihtiyacımız kalmadı” cümlesini duyana kadar diyor. İlk günden bu yana yaşadıklarını anlatırken hala sesi titriyordu. Deneyimlerini, gözlemlerini ve bölgede en çok ihtiyaç duyulanları konuştuk. Oya Çınar / oya.cinar@posta.com.tr
Deprem haberini ilk aldığınızda nerede, ne yapıyordunuz? İlk refleksiniz ne oldu?
Sabah uyandığımda televizyonu açtım. Daha sosyal medyaya girmemiştim. Televizyonu açıp haberleri görünce şok oldum, ağlamaya başladım. Zaten aynı dakikalarda telefonum çalmaya başladı. MasterChef ekibinden tüm arkadaşlar, “Hemen bölgeye gidelim” dediler. Hızlıca organize olup yola çıktık. İlk Maraş’a gittik. Kısa sürede gönüllülerle beraber 30 kişilik bir ekip olduk. Orada 10 gün kaldık. 35-40 bin kişiye aralıksız yemek yaptık. Ama şehre ilk girdiğimdeki manzara aklımdan çıkmıyor.
Nasıl anlatırsınız o manzarayı?
Ne kadar doğru bir ifade bilmiyorum ama film platosundayım zannettim. Her şey gerçek dışı geldi. “Herhalde kıyamet koptu” dedim. Dumanlar tütüyor, ambulanslar çalışıyor, insanlar oradan oraya koşturuyor. Tarifi çok çok zor.
DÜŞÜNÜN, BİR GÜN ÖNCE FABRİKANIZ VAR, SABAHINDA BİR KİLO PİRİNCE MUHTAÇSINIZ
İlk günden bu yana, orada şahit olduğunuz, sizi en etkileyen olaylar neler oldu?
Çok şey var ama sanırım depremin beşinci günüydü, bir adam geldi. Çekingen vaziyette kenarda duruyordu. Sonra yaklaştı, “Evim, fabrikam yıkıldı. Üç Mercedes arabam enkazın altında kaldı, kendim şu an çadırdayım. Bana bir kilo pirinç verebilir misiniz?” dedi. Bir gece önce neleriniz var, sabah bir kilo pirince muhtaç kalıyorsunuz. Bu beni çok etkilemişti.
Gönüllülerle ilgili sizi çok duygulandıran olaylar yaşadınız mı?
Ali diye bir arkadaşımız geldi Avusturya’dan. Orada bir kamyonette yemek yapıp satıyormuş. Haberi alır almaz o kamyonetle yola çıkıp, üç gün yol gelmiş. Maraş’ta bizi buldu. Hem mutfakta bizimle yemek yaptı. Hem aracıyla uzak köylere yemek taşıdı. Bu o kadar kıymetli ki. Lojistik burada en büyük sorunlardan biri. Buralardan çıkarılacak çok ders var. Bir de depremin dördüncü günü hayvan barınaklarını gezdik. Hayvanlar dört gündür açtı. O manzara da aklımdan hiç çıkmıyor.
ENKAZ BAŞINDA ÇARESİZ BEKLEYENLERİN GÖZLERİ YEMEK FALAN GÖRMÜYORDU
Arama kurtarma çalışmaları sırasında, enkaz alanlarında bulundunuz mu hiç?
Sahaya tabii ki gittim ama genel olarak hep mutfakta olduğum için o anlarla ilgili birebir şahit olduğum çok şey olmadı ama şunu hiç unutmuyorum. Oralara yemek taşıdık ilk günler. Enkazın başında çaresiz bekleyenlerin hepsi çorba ikramımızı reddetti. Açlardı, susuzlardı ama gözleri çorba görmedi. İstemediler.
Sinirlerinizi yönetemediğiniz, öfkeye, isyana kapıldığınız oldu mu hiç?
Vallahi ilk iki gün yönetemedim. Dün Cumhurbaşkanımız da söyledi; ilk iki günle herkes hesaplaşmalı. Sadece devlet değil biz de hesaplaşmalıyız. Hatay’da araçlar günlerce sokaklara giremedi. İmkansızlıktan kaynaklı durumlardan bahsetmiyorum. Çok konu var. Sosyal medyaya isyan ettim. Bir gün, bana gelen yanlış bir bilgi yüzünden sekiz saat kaybettim. Bir köye ulaştık, köyün çok kötü durumda olduğu söyleniyordu ama gittiğimizde gördüğümüz manzara o şekilde değildi. Gerçekten, “Lanet olsun” dedim.
HALKIN YÜCE GÖNÜLLÜĞÜ GÖZLERİMİ YAŞARTIYOR
Bölgedeki halkın dışarıdakilerden bile daha soğukkanlı ve metanetli olduğu yorumlarına çok denk geliyoruz. Sizin gözleminiz ne yönde?
Çok doğru. Bir Anadolu metaneti var burada. Yemek dağıtırken şahit olduğumuz o kadar çok olay var ki… “Benim pirincim var, bunu başkasına verin, benim reçel kavanozlarım kırılmadı, bunları ben almayayım” diyenlere mi denk gelmedik, suyumuzu geri çevirip, “Bizim köyün çeşmesi çalışıyor, bu suyu ihtiyacı olanlara verin” diyenlere mi? Bu bölge halkını zaten bilen bilir; gözleri çok toktur. Dışarıdan misafir gelenlere hep büyük sofralar kurarlar. Bir sürü olumsuzluğun, çaresizliğin yanında bu yüce gönüllülük insanın gözlerini yaşartıyor.
HAFTALAR SONRA YENİ YENİ YÜZÜ GÜLEN ÇOCUKLAR GÖRÜYORUM
Çocuklar nasıl şu an?
İlk günlerde hiçbirinin yüzü gülmüyordu. Şu an biz Hatay, Defne’deyiz. Dün baklava ve limonata dağıttık. Günler sonra biraz yüzlerinin güldüğünü gördüm. Baktım, top oynayanlar bile var…
BURADAKİLERİN VİTAMİNE, PROTEİNE İHTİYACI VAR; BİZE ET VE SEBZE GÖNDERİN
“Hatay’dayım” dediniz. Şu an oranın mevcut durumu ne? En çok nelere ihtiyaç var?
Maalesef burada hâlâ enkaz kaldırma çalışmaları devam ediyor. Yıkık binalar toparlanmaya çalışılıyor. Burada hâlâ çadır ihtiyacı var. Hijyen hâlâ büyük bir sorun. Bir de şunu söylemek isterim; haftalardır yemek dağıtıyoruz ama bu insanlar bir aydır aynı şeyleri yiyor. Her depoda benzer malzemeler var. Tabii ki herkes elinden geleni yapıyor ama daha iyi durumda olanlara seslenmek isterim. Et ve sebze ihtiyacımız var. Bu insanların artık proteine, vitamine ihtiyaçları var. Herkes çok yorgun ve bitkin. Erzak gönderirken bunlara dikkat edilmesini kendi adıma özellikle rica ediyorum.
‘MEHMET BEY, BÖYLE Mİ KARŞILAŞACAKTIK SİZİNLE?’
Ne kadar daha orada kalacaksınız?
Bir aydır buradayım, ayın 10’undan sonra dönmeyi düşünüyorum ama şunu çok net ifade edeyim. Bir elim, bir ayağım hep burada olacak. Çok sık gelip gideceğim. Ta ki artık, “Teşekkür ederiz, size ihtiyacımız kalmadı” cümlesini duyana kadar. Buradaki durum öyle üç ayla beş ayla çözülecek gibi değil çünkü. Birlikte iyileşmemiz çok zaman alacak.
Depremden bir gece önceki Mehmet Yalçınkaya ile şu anki aynı insan mı?
Değil, hiç değil hem de! Kendi adıma her zaman maneviyatım güçlüydü. Her zaman ihtiyacı olana elimi uzatmaya çalıştım ama burada gördüğüm ve yaşadıklarım daha önce yaşadığım hiçbir şeye benzemiyor. Dün bir hanımefendi yaklaştı yanıma. Beni televizyondan tanıyormuş. “Böyle mi karşılaşacaktık sizinle Mehmet Bey” dedi. Kendimi tutamadım. Ağlamaya başladım. Ben burada insan olduğumu bir kez daha anladım. Her şeyin; malın, mülkün, makamın nasıl bomboş ve anlamsız şeyler olduğunu bir kez daha anladım. Çok ders çıkardım kendime. Umarım herkes çıkarır aynı dersleri.
Fotoğraflar: Yavuz ÖZDEN
- Evde kokusuz balık için bu yöntemi kullanın! Her zerresini emiyor, hem pratik hem lezzetli
- 2 kaşığı kolesterolü damardan siliyor! İmmün sistemini güçlendiriyor: Vücudu protein deposuna çeviriyor
- Kuru kuru öksürüğe son veriyor! Babaannelerimizin yaptığı tarif: Meğer böyle 100 yaşına kadar yaşıyorlarmış
- Pekmezin içine 1 kaşık ekleyin! Kemikleri beton gibi yapıyor, kolesterolün kökünü kurutuyor, vücuda demir yüklüyor
- Yağlara mıknatıs gibi yapışıyor! 1 haftada 3 kilo verdiriyor: Hindistan cevizi suyu ile karıştırın