Serkan Altunorak, şu sıra kafamızı nereye çevirsek orada. “Tümüyle işime odaklandığım bir dönemimdeyim” diyor. ‘Dalgakıran’ oyunuyla iki sezondur tiyatroda kapalı gişe oynuyor. “Tek başına sahne nasıl doldurulur?” sorusunun cevabı gibi. Ekranda da yepyeni bir karakterle karşımızda. Oya Çınar / oya.cinar@posta.com.tr
Kısa yaşam öykünüzü okuyunca, “Bu nasıl bir özgeçmiş, bu nasıl bir öğrenme aşkı?” dedim. Hacettepe’den Boğaziçi’ne, oradan Amerika’ya uzanan bir yolculuk… Aile yönlendirmesiyle mi, tamamen kendi tercihinizle mi gelişti?
Hiçbiri rastlantısal olmadı. Ben hep konservatuara gitmek istiyordum ama bahsettiğim yıllar 90 ortaları… Dolayısıyla ailem mimarlığa devam etmemi istiyordu fakat ben onları dinlemedim, Hacettepe’de konservatuara gittim. Okul bitmeye yakın Amerika yolculuğu başladı. Döndüm, mezun oldum, tekrar New York’a gittim. Derken 11 Eylül oldu, “Türkiye’de bir yıl geçirir, dönerim” diyordum ama burada sektöre girince 22 sene bitti. (Gülüyor)
Seslendirme sanatçısısınız aynı zamanda. Bir insan seslendirme yapmaya nasıl karar veriyor?
Birileri, “Sesiniz ne kadar güzel” diyor ve o şekilde mi başlıyor, yoksa kişi bunun hep farkında mı oluyor? Benimki şöyle oldu; zaten çok meraklı bir çocuktum. Bir gün evde film izliyoruz. ‘Mavi Ay’ı izliyoruz hatta, hatırlıyorum. “Bu insanlar nasıl Türkçe konuşuyor?” dedim. Anlattılar bana, “Dublaj yapılıyor, dublaj şu demek…” diye. Tamamen bir çocuk refleksiyle, “Ben de yapacağım” dedim. (Gülüyor) Ankara Çocuk Radyosu’na girdim. Sonra kendimi hep okuldan çıkıp dublaja giderken buldum.
HEPİMİZİN İÇİNDE HER RENK VAR
Serkan olarak sizce, sizin içinizde en çok hangi renkler baskın?
Ben genelde önyargısız olmaya özen gösteriyorum. Bugüne kadar önyargının hiçbir pozitif etkisini görmedim. Dışarıdan eğlenceli görünürüm ama kendi içimde çok sakinimdir. Görüştüğüm insanlar, gittiğim mekanlar hep bellidir. Ama bunların haricinde hepimizin içinde her renk var diye düşünüyorum. Hangi dönemimizde, hangi renklerimizin baskın olacağını da yaşanmışlıklar belirliyor.
Aidiyet duygunuz güçlü müdür? Kendinizi çok ait hissettiğiniz bir yer ya da biri var mı?
Mutlu olduğum yere ait hissederim. İnsan için de mekan için de motivasyonum hep aynıdır. Mutlu olmak ve mutlu etmek isterim.
İMKANSIZ HAYALLER KURMAM; KENDİMİ, SINIRLARIMI BİLİRİM
Genellikle, “Ben de yapacağım” dediğiniz her şeyi yapar mısınız? Çocukluk hayallerinizin hepsini gerçekleştirdiniz mi mesela?
Tam öyle diyemem; ben de her çocuk gibi hayalperest bir çocuktum ama imkansız hayaller kurmam hiç. Kendimi bilirim, sınırlarımı bilirim ve yapabileceğim şeylerin hayalini kurarım. Sonrasında bana kalan çalışmak ve azim oluyor. Dolayısıyla hep kendi şansını kendi yaratmış bir insanım.
‘Maviye Sürgün’de Ozan olarak izliyoruz sizi. Hem hikayenin geneli hem Ozan için ne söylersiniz?
Basit bir hikaye, küçük bir kasabada geçen, küçük insanların hayatını anlatıyor. Büyük olayların, dramların yaşanmadığı bir hikaye. O insanların hayatına benim karakterimin, yani Ozan’ın girmesiyle, oradaki düzen bozuluyor. Ozan’ı oynamak benim için çok zevkli çünkü öngörülemez bir karakter ve daha önce hayat verdiğim karakterlere benzemiyor. Kendini tekrar eden rolleri oynamamaya özen gösteriyorum.
Ozan tekinsiz ve tehlikeli bir karakter. Şimdilik epey ‘siyah’ görünüyor. Zaman içinde Ozan’ın içindeki farklı renkleri görecek miyiz?
Kesinlikle göreceğiz. Ben gerçek hayatın içinde de salt iyiye ve salt kötüye inanmam. Her insanın bir hikayesi, bir savaşı var ve her insanı iyi ya da kötü olmaya zorlayan deneyimler var. Ben de Ozan’ın kendi içindeki haklı sebebi bulmaya gayret ediyorum.
NE BOŞ MUHABBETE NE BOŞ ZAMANA TAHAMMÜLÜM VAR
Şu an içinizdeki en baskın duygular neler?
Artık gerçekten ne yapmak istediğimi bildiğim, kendimi hiç ekstra bir şeye zorlamadığım, canım ne isterse onu yaptığım, işime ve sevdiğim insanlara odaklandığım bir dönemdeyim. Anda kalmayı başarabildiğim bir Serkan olmaya özen gösteriyorum. Zamanın hayattaki en pahalı şey olduğunu düşünüyorum ve ne boş muhabbete ne boş zamana tahammülüm var.
ÇOCUK İSTEMİYORSAM EVLENMENIN MANTIKLI OLMADIĞINI DÜŞÜNÜYORUM
Yakın zamanda Belçim Bilgin, “Evlilik ve getirdiği sorumluluklar aşkın tüm güzelliklerini yok ediyor” dedi. Resmiyete dökülen ilişkilerin, insan duygularını bu kadar bariz etkilediğini düşünüyor musunuz?
İlişki, evlilik iki insanın arasında ve parmak izi gibi. Ben evliliği deneyimlemedim. Serkan olarak karşı da değilim, desteklemiyorum da ama politik bir yerden söylemiyorum bunu. Ben hep şu noktadayım; kim, nasıl mutluysa öyle yaşamalı. Kimse, kimsenin tercihlerine müdahale etmemeli. Ama şahsi olarak, çocuk istemiyorsam, evlenmenin mantıklı olmadığını düşünüyorum.
Peki aşk, insanı kısıtlayan bir duygu mu, özgürleştiren bir duygu mu sizce? Yaşadığınız ilişkiye göre değişir. Karşılıksız bir aşksa ne yapacaksınız?
Aşk bence tamamen kimyasal bir şey. Ondan sonra aşkın azalması, kimyanın vücudu tanımasıyla başlayan şey, birbirinizle ne kadar iyi vakit geçirdiğiniz ve birbirinize neler kattığınızla alakalı. Sevgi dediğimiz de bu… Aşıkken tutsak hissetmezsiniz zaten. Sevgiye dönüştüğü noktada ilişkinin devam edip etmeyeceği, ne kadar özgür ya da tutsak hissettiğinizle alakalı sanırım.
- Günlük burç yorumları! Filiz Özkol yazdı: Yay, Oğlak, Boğa ve diğer burç yorumları
- Kilosu 5 TL'ye düştü! Kapış kapış satılıyor: Kolesterolü yere çakıyor, yağları cayır cayır yakıp kemikleri beton gibi yapıyor
- Ihlamuru solda sıfır bırakıyor! Kabuğunu kaynatıp için: Kalp damarlarını kaya gibi güçlendiriyor
- İnsülin direncini unufak ediyor! Kanda şekerden iz bırakmıyor: Damarları parıl parıl parlatıyor
- Salata sosuna 1 kaşık ekleyin! Kolesterolü tarihe karıştırıyor: Tıkalı damarları hortum gibi açıyor