Çoğunlukla ödüllü festival filmlerinde ve tiyatroda izlemeye alışık olduğumuz deneyimli oyuncu Tansu Biçer, daha ilk bölümüyle çok ilgi gören ‘Saygı’da, savcı Halit rolüyle karşımızda. Oyunculuğa, yeni dizisine ve hayata dair konuştuk. Oya Çınar / oya.cinar@posta.com.tr
Adınızı Google’da aratınca, karşımıza çıkan neredeyse her haber “Türkiye’nin en iyi oyuncularından” diye başlıyor… Bu, size ne hissettiriyor?
Sağ olsunlar, (Gülüyor) iyi hissettiriyor tabii. Çünkü kendimle ilgili hep durmaksızın daha iyi olma arzum var. Hiçbir zaman “Nasılsa iyi buluyorlar, olduğum gibi devam edebilirim” düşüncesine yaslanmadım. Her yeni projeyle, yeni ne öğrenebilirim diye bakıyorum…
Siz kendi adınızı aratıyor musunuz hiç? Ne diyorlar hakkımda diye…
Mutlaka bakmışımdır ama şimdi siz söyleyince hatırladığım bir şey mesela. O kadar çok olmuş demek ki…
Sosyal medya da kullanmıyorsunuz anladığım kadarıyla…
Kişisel bir hesabım yok ama tabii arada herhangi bir durum olduğunda veya bir şey araştırmam gerektiğinde atölyemin resmi hesabından bakıyorum ama hiç sosyal medyada vakit geçiren biri değilim evet. Bundan da memnunum.
DOĞRU İLETİŞİMİN ANAHTARI SEVGİ DEĞİL SAYGIDIR SAYGI, YORGUNLUK AZALTIR
BluTV’nin yeni dizisi ‘Saygı’, önümüzdeki salı üçüncü bölümüyle ekranda olacak. Hikaye, temelinde “Saygı nedir?” sorusunu irdeliyor. Sizce nedir?
Çok önemli bir kavram. Hayatı ilerleten, iletişimi kolaylaştıran ve hızlandıran şeylerden biri. Dolayısıyla yorgunluk azaltan bir şey. Sevgiden daha çok önemsediğimi söyleyebilirim.
Neden?
Çünkü sevgi, bir yerden sonra yorucu olabilir, yıpratıcı olabilir…
Bu soru tüm başrol oyuncularına yöneltilmiş, Nejat İşler tam tersini söylemiş mesela.
Ben şöyle bakıyorum. Neticede sevdiğiniz insan sayısı çok kısıtlı. Zaten herkes birbirini sevmiyor ama büyük bir güruhla iletişim halindeyiz. Sadece sevdiklerimizle bir arada olma şansımız yok. Dolayısıyla hiç tanımadığınız ya da yeni tanıştığınız insanlarla iletişim halindeyken, bir sorun olduğunda bunu sevgiyle çözemezsiniz. Çünkü aranızda zaten sevgi yok. Ama saygı bir iletişim aracı olduğunda o zamanla sevgiyi de yaratabilir.
HALİT, KIYIDA KÖŞEDE KALMIŞ BİR SAVCI, BİRDEN ÖNE ÇIKINCA BÜYÜK BOCALAMALARI OLACAK
Hikaye, Ercüment Çözer’in etrafında dönüyor. Sizi de Savcı Halit rolünde izliyoruz…
Evet, işine sadık, adaleti savunan bir savcı. Bugüne kadar çok özel bir davası olmamış. O yüzden de biraz kenarda köşede kalmış, kendini gösterme fırsatı bulamamış. Amirlerinin gözünde ortalama bir yerde duruyor yani. Ama tamamen tesadüfen baktığı bir dava bir anda Türkiye gündemine oturuyor ve Halit bir anda çok önemli bir adam haline geliyor. Sürekli televizyona çıkıyor, demeç veriyor. Söyledikleri her şey çok önemli hale geliyor.
Bu durum, onu nasıl etkileyecek?
Onu ilerleyen bölümlerde daha iyi göreceğiz ama onca zaman arka planda kalmış olmanın verdiği bir durum var neticede. Birden öne çıkınca büyük bocalamalarını izleyeceğiz. İşler çok başka bir yöne doğru gidecek.
Halit, çok hırslı ve takdir edilmek için her şeyi göze alabilecek bir karakter. Size, her şeyi değilse bile çok şeyi göze aldırabilecek bir şey var mı hayatta?
Zor bir soru… Bence hiçbirimiz kendimizi o kadar iyi tanımıyoruz. Fikrimiz var sadece ama aslında çok da bilmiyoruz kendimizle ilgili her şeyi. Bence insanın asıl karakteri çok hayati durumlarda, büyük kriz anları olduğunda ortaya çıkıyor. ‘Force Majeure’ adlı filmde şöyle bir sahne vardı. Bir baba, ailesiyle birlikte yemek yiyor. Biz, öncesinde onun ailesinin üzerine nasıl titrediğini izliyoruz. Birden çığ düşmeye başlıyor ve o mekanı ilk baba terk ediyor. Benim şöyle değerlerim var, şunları çok önemsiyorum demek bu yüzden bana çok da gerçekçi gelmiyor. Çünkü o an geldiğinde ne yapacağımızı, ne yapamayacağımızı bilmiyoruz bence.
GİŞE FİLMLERİNDEN NEFRET ETTİĞİMİ DÜŞÜNENLER OLABİLİR AMA ÖYLE BİR ŞEY YOK
‘Toz Ruhu’, ‘Yozgat Blues’, ‘Sen Aydınlatırsın Geceyi’… Genellikle oynadığınız filmler sanat filmi diye tabir edilen filmler ama sizin kafanızda böyle bir ayrım var mı?
Kesinlikle yok. Zaten o ayrımı bence piyasa belirliyor, insanların belirlediğini düşünmüyorum. Şimdi artık daha çok, festival filmi deniyor mesela. Bu da artık orada da bir sektörleşme olduğunu, kendi başına bir dünya olduğunu gösteriyor. Benim kafamda böyle bir ayrım yok ama ikisinin ilgilendiği konularda da teknik anlamda da farklılıklar var elbette. Ve o farklara alışmış bir seyirci var. Bunu iyi ya da kötü diye ayırmam kesinlikle. Farklı diyebiliriz sadece.
Sizin genellikle bu filmlerde yer almanız sadece bir tesadüf mü peki?
Tesadüf diyemeyiz tabii. Neticede bir seçim. Ben de oradaki hikayeleri sevdim çoğunlukla ve seçtim. Ama şu da var. Birkaç kez üst üste böyle seçimler yaptığınızda hem o alanda daha çok tercih edilir oluyorsunuz hem de diğer taraf, o alanı hiçbir şekilde tercih etmeyeceğinizi düşünmeye başlıyor sanırım. O yüzden yeri gelmişken söyleyeyim. Gişe filmlerinden nefret falan etmiyorum (Gülüyor).
İNSANLARA ÇOK ÇABUK GÜVENİYORUM BUNUN DA ÜZÜCÜ SONUÇLARI OLUYOR
Bir özeleştiri yapsanız?
Aceleciyim… Bazı şeyler çok hızlı olsun isteyebiliyorum. Bir de çabuk güvenme sorunum var. Hemen emin oluyorum. Söylenen bir sözün hemen yapılacağını düşünüyorum mesela. Bu da insana yanlış kararlar aldırabiliyor. Can sıkıcı olabiliyor. Sonra üzerine fazlaca üzüldüğüm oluyor. Buna gerek yok aslında.
VERİLEN TARİFLERDEKİ AŞKI BİLMİYORUM, O AŞKA DA İNANMIYORUM
Aşk tanımınız ne?
Ben, o verilen tariflerdeki aşkı bilmiyorum ona da inanmıyorum.
Sizin inandığınız şekli nasıl?
Birlikte, güven içinde tamamlanmış olma hali. Kendini en rahat hissettiğin, tamamen kendin gibi olabildiğin bir alan. Zaten karşındaki senin en sen halini görüyor ve onu tercih ediyorsa ortada gerçek bir duygu var demektir.
Hiç heyecandan, özel bir çabadan bahsetmediniz…
Yani… Öyle bakınca benim bu tarifimde aşk yok tabii aslında. Haklı olabilirsiniz. Bir yol arkadaşlığından bahsediyorum ben. Özetle tarif etmesi her açıdan zor. (Gülüyor)
YETENEK, OYNAMA KABİLİYETİ DEĞİL BİR DUYARLILIK MESELESİ
Yaptığı işi, olabilecek en iyi şekilde icra eden herkes, aklıma hep aynı soruyu getiriyor. Acaba böyle olunuyor mu? Böyle doğuluyor mu?
Valla bize okulda hocalarımızın dediği şey, bu işin sadece yüzde 20’si yetenek. Geri kalanı çalışmakla olur. Biz de onlara inandık ve hep çalıştık. Çalışmaya da devam ediyoruz. Buna oyunculuk açısından bakacaksak, aslında o yetenek dediğimiz şey de oynama kabiliyeti değil. Herkes bir şekilde oynuyor zaten. Bu, bir duyarlık meselesi yani çevrene karşı duyularının tamamen açık olması söz konusu. Ben, yetenek dediğimiz şeyin bu olduğunu düşünüyorum.
Oyunculuk antrenmanı diye bir şey var mı gerçekten? Mesela siz ciddi anlamda mesai yapıyor musunuz?
Yapıyorum… Oyunculuk antrenmanı olarak değil ama bir kere gün içinde aklım bir şekilde hep bununla meşgul oluyor. Yaptıklarımı, yapacaklarımı düşünüyorum, bir yandan ders veriyorum… Bunların hepsi antrenman zaten. Bir sürü öğrenci izliyorum, onları bir sonraki aşamaya nasıl getireceğimi düşünüyorum. Şu ya da bu şekilde zihnimde hep bu iş dönüyor.
OYUNCULUK DIŞINDA HERHANGİ BİR ŞEYDE İSTİKRARIM YOK
Özel hayatınıza dair, kendiniz gibi oyuncu olan Tülin Özen ile birlikte olmanız dışında neredeyse hiçbir şeye ulaşamadım...
Ne güzel. (Gülüyor)
Ama oyunculuk dışında nasıl bir dünyanız var diye merak ediyorum... Neler yapıyorsunuz, nelerle ilgileniyorsunuz?
Gezmeyi, izlemeyi, okumayı seviyorum ve çokça okuyorum da. Çeşitli sporları denemeyi de seviyorum. Uzun süre devam ettiremiyorum. Özünde istikrarlı bir şekilde devam ettirebildiğim her şey yine bir şekilde işime dair oluyor. Ayrıca bir süredir podcast üzerine de çalışmaya başladım. Podbee Media ile içerikler üretiyoruz. Birçok programın yanında kurgusal podcast’ler yapıyoruz. İlk işimiz ‘Karanlık Bölge’ydi. Şimdi Seren Yüce’nin yazıp yönettiği ‘Dengem’ gelmek üzere; bir iki hafta içinde dinleyicilerle paylaşacağız.
İlginçmiş... Podcast üzerinden tiyatro oyunu mu?
Kurgusal podcast için radyo tiyatrosunun dönüşmüş hali diyebiliriz. Dinleyicilerden çok olumlu yorumlar alıyoruz; ciddi bir kitlesi oluştu ve her geçen gün de büyüyor. Bu podcast içerikler sayesinde birçok yeni yazar ve oyuncuyla da tanışma fırsatı buluyoruz. Sektörde yeni bir alan açılmış oluyor. Bu da bizler için heyecan verici.
SOSYAL MEDYADA BİR ŞEYE YA AŞIK OLMAN YA DA NEFRET ETMEN GEREKİYOR
Bu kadar övgüye alışkın olunca bir şekilde olumsuz eleştiriye rastladığınızda moral bozucu oluyor mu?
Aksine, olumsuz eleştiriyle daha çok ilgiliyim aslında. Neye baktıklarını ve ne gördüklerini merak ediyorum. Haklı bulduğum yanları varsa ve benim o durumla ilgili düzeltebileceğim şeyler varsa düzeltmeye çalışıyorum. Eleştiri insanı ileri taşıyan bir şey neticede. Ancak bu noktada salt bir şeyi kötülemiş olma amaçlı yapılan yergi ile eleştirinin ayrılması gerekiyor.
Bazıları en küçük eleştiriye karşı bile çok tahammülsüz olabiliyor...
O eleştirinin niyetiyle alakalı. Eleştirilen kişi eğer karşı tarafın niyetinde yanlış bir şey hissediyorsa, bence o sinir bozuyor olabilir. Bazen cidden tamamen art niyetle ya da sırf eleştirmiş olmak için eleştirenler de olabiliyor. Misal, sosyal medyanın kullanım biçimine baktığınız zaman, orada cidden bir sorun var.
Ne gibi?
Her şey çok uçlarda yaşanıyor. Bir şeye ya aşık olman ya nefret etmen lazım sanki... Oysa bunun bir arası olmalı. Kimse o araları aramıyor artık. Biz, genelde ya gömüyoruz ya göklere çıkarıyoruz. Bu, doğru bir iletişim yolu değil. Gerçek iletişim kayboluyor bu yüzden. Kimsenin durup karşısındakini dinlemeye, gerçekten onu anlamaya tahammülü yok neredeyse. En önemli kayıp bu aslında.
- Balıkesir'de hasadı başladı! Almanya'ya kilo kilo satılıyor: Tam bir C vitamini bombası
- Bal ve limonla karıştırıp için! Organlara format atıyor: Damarları çamaşır suyuyla temizlemiş gibi yapıyor
- ABD'li bilim insanları açıkladı! Her kaşıkta ömrünüzü uzatıyor: 1 gecede 10 yaş gençleştiriyor
- Yemediğinize pişman olabilirsiniz! Kansersavar besinler arasında yer alıyor: Enerji depolarını dolduruyor
- Zencefil ile karıştırınca bağırsakları çalıştırıyor! Kabızlığın kökünü kurutan çay: Bardak bardak içinde kabızlıktan eser bırakmıyor