Serdar Kuzuloğlu: Sosyal medya fakir eğlencesine dönüşecek
Teknoloji yazarı Serdar Kuzuloğlu ile bugünün insanının halet-i ruhiyesinden ve gelecekte bizi nelerin beklediğinden konuştuk
Işıl CİNMEN
isil.cinmen@posta.com.tr
Fotoğraf: Paşa GÜVEN
Neden çoğumuz bu kadar mutsuzuz?
İnsanoğlu özünde hem yaratıldığı dünyayla hem de yarattığı dünyayla uyumsuz. Mutsuzluğun temel nedeni, uyumsuzluk.
Uyumsuzluğun nedeni doğaya uyum sağlama konusundaki isteksizliğimiz mi?
Doğanın dengesinin bir büyüsü var ve insanoğlu bunu sürekli bozmak istiyor. Toprağın mahsulüne olan itirazını sabanla aşmaya çalışmış. Sonra iklimlere itiraz etmiş, yazı kışa kışı yaza çevirmiş. Gece yeterli gelmemiş, gündüze çevirmiş. 8 saat uyku ihtiyacımızla bile kavga halindeyiz.
Neden böyleyiz?
İnsan, özünde bu dünyaya ait olmayan, aciz bir canlı. Teolojik bakış açısıyla düşündüğümüzde dahi bu dünyaya ait değiliz. Burası ceza çekmek için cennetten sürüldüğümüz bir gezegen ve biz bu gerçeği unutup, burayı cennete çevirmeye çalışıyoruz. Aslında dünya bizim cehennemimiz. Ve bu ortamda kusurlarımızla yaşamaya çalışıyoruz.
İnsan yok olduğunda bu gezegen rahatlayacak
Sürgünüz ve zararlıyız bir de…
Aynen öyle. Yok olduğumuzda bu gezegen rahatlayacak. Düşünsene, arılar yok olduğunda dünya yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor ama insan yok olduğunda 100 yıl içinde dünya kendini tamamen yeniliyor. İnsanoğlu, kendi türdeşine azap eder, nefret eder, hem diğer canlılara, hem kendine zarar verir... Çiçek açmaz, güzel kokmaz, karbondioksiti oksijene çevirmez, hiçbir işe yaramaz.
İşte bu yüzden bir ideoloji olmadığında içine düştüğümüz anlamsızlık çukuru aslında çok doğal. Anlamsızız ve sürekli anlam aramak zorundayız.
Hangi tarihe ışınlanırsak ışınlanalım, elimizde hangi araç olursa olsun anlam arayışı devam edecek. Fıtratımızda var olan bu arayışımız sayesinde bu noktaya geldik. 800 kuşak boyunca orman ve mağaralarda yaşadık. Anlam arayışı bizi evire evire bu noktalara getirdi. Bugün ormanda bir gün bile yaşayamayacak canlılara dönüştük mesela. Hakim olma arzusu bizi mutsuzluğa mahkum ediyor. Ama bu iyi… Eğer hep zevk ve mutluluk peşinde koşsaydık hiçbir sanat eseri olmazdı. Her şeyi ama her şeyi huzursuzluğumuza borçluyuz. Sanat da, icatlar da bu anlam arayışının sonucu.
Ya teknoloji?
Teknoloji, insanın doğaya başkaldırısıdır. Yaratmak, hükmetmek ve kontrol etmek istiyoruz. Şartlara uymak yerine şartların bize uymasını talep ediyoruz. Tüm bunlar teknolojiyle olan hikâyemizin özeti…
Diğer yandan yapay zekâdan, yarattığımız teknolojinin geleceğinden korkuyoruz. Tuhaf değil miyiz?
İnsanoğlu değişimi sevmez. Mümkün olduğu kadar şartlarının devamını talep eder. Çünkü sahip olduğu başarının neden kaynaklandığını bilmez. Bilmediği için her yenilik insan için tehdit oluşturur. Mesela 10 parmak daktiloyu çok biliyorsunuzdur ve bu yüzden yeni gelen bilgisayar tarzı bir cihazı ret edersiniz. Onun nimetlerini istemediğiniz için değil; sizin yetenekleriniz daktilo devrine ait olduğu için. Bu ‘Alarmizm’ denilen bir akım doğurmuş.
Alarmizm’i Türkçeye nasıl çevirelim?
Biraz zorlama olsa da ‘Evhamcılık’ olarak çevirebiliriz. Bisiklet ilk icat edildiğinde ‘bisiklet surat’ sendromu diye bir endişe doğmuş. ‘Bisiklet o kadar hızlı gidiyor ki insanların rüzgardan dolayı yüzleri çarpılacak. Gelecek nesillerin yüzleri rüzgârdan dağılmış şekilde evrilecek’ demişler. Thomas Edison ses kayıt makinesini (fonograf) icat ettiğinde bir süre bununla ne yapılabileceğini düşünmüş. ‘Mahkeme zabıtlarını kaydedebiliriz, Amerika’ya gelen göçmenlere İngilizce öğretebiliriz’ diye düşünmüş ama bunların hiçbiri tutmamış. Sonra birisi gelip “Bununla şarkı kaydedelim” demiş.
Edison kızmıştır…
Kızmış! “Ben bunun için mi icat yaptım!” demiş. Fakat sonra bu cihaz müzik endüstrisinde kullanılmaya başlamış. Bunun üzerine yine almış insanları bir endişe… “İnsanlar müzikleri kayıttan dinleyince şarkı söylemeyi unutacaklar. Anneler çocuklarına ninniler söylemediği için bu geleneği yitirecekler” demişler. Teknolojiye olan alerjik reaksiyon sadece bu döneme ait değil. Her dönemde var.
Alerjik ama mecbur ve bağımlıyız da…
İnsan beyninin uyum sağlayabilme konusunda büyük bir mahareti var. Biz ne olursa olsun sonunda uyum sağlarız. Fakat bugüne kadarki icatlar bedensel gücümüzü artırmaya yönelikti. Şimdi ise bedenimizin değil, beynimizin kapasitesinin ötesinde bir şeyler geliştiriyoruz.
Beynimiz bundan nasıl etkileniyor?
Telefonlar, uygulamalar, bildirimler... Beynimiz cihazlar gibi hızlı ve aynı anda birden fazla şeyi yapabilme kabiliyetine sahip değil. Dikkatimiz dağılıyor ve neye odaklanacağımızı şaşırıyoruz. Bundan sonraki dönemde aşmaya alışacağımız sorun bu olacak. Yapay zekâ uygulamaları zihnimizin karar vermesi gereken parametreleri zihnimizden alıp, bize sadece sonuç olarak üretip verecek. Seçimleri biz değil, bizim adımıza onlar yapacak. Şimdi navigasyonda gideceğimiz yola karar veriyor, gelecekte satın almamız ya da yememiz gereken şeye karar verecek. Zihnimizin yükünü cihazlara devredeceğiz.
E biz zihnimizin ve zamanımızın kalanıyla ne yapacağız?
“Teknoloji size zaman kazandıracak, artık daha çok boş vaktiniz olacak” dediler ama biz kalan zamanı yine teknolojinin getirdikleriyle dolduruyoruz. ‘Like’ peşinde koşarak ya da profilimize dönüp dönüp bakarak zamanı harcıyoruz. Yakın gelecekte yeni bir zümre ve sınıf doğacak. Bu sınıf teknolojiyle haşır neşir olmayanlardan oluşacak.
Şeyma Subaşı orta sınıfa zengin olduğunu ispatlamaya çalışan bir orta sınıf mensubu
Buna ‘organik insan’ diyebilir miyiz?
Elbette. Seçkin sınıf ‘organik insan’lardan oluşacak. Yakın zamana kadar pastoral yaşamın unsurlarından olan organik beslenme bugün şehirli seçkinlerin ayrıcalığı oldu. Köylüler GDO’lu besin alıyor. Köylülerin organik yaşamla bağlantıları kalmadı. Aynısı teknolojide de gerçekleşecek. Alt sınıf teknolojiyle haşır neşir olacak. Üst sınıf bu konuda hiç zaman harcamadan belki de gün boyunca telefonuna bakmadan bir hayat yaşayacak.
Ne zaman olacak bu?
Bizim göreceğimiz bir zamanda olacağı kesin. Geleceğin en ayrıcalıklı ortamları internetten kopuk olacak. Orta sınıfın seçkinlerini teknolojiyle ne kadar haşır neşir oldukları belirleyecek. Tatildeyken Instagram fotoğraflarınız için kiralanan fotoğrafçılar türedi örneğin. Bunlar daha çok orta sınıfın meselesi olacak.
Ya en üst sınıf? Instagram hesabı olmayacak mı?
Çoğunun olmayacak. Mahremiyetin ve örtülü yaşamın yeni bir formu gelecek. Sosyal medyayla meşgul olmak bir fakir eğlencesine dönüşecek.
O zaman Kim Kardashian’ın, Şeyma Subaşı’nın başını çektiği teşhir trendi de bitecek…
Şeyma Subaşı’nın yaptığı da bu türden bir fukara eğlencesi. Bizim gibi orta sınıftan insanlara zengin olduğunu ispatlamaya çalışan bir orta sınıf mensubu kendisi.
Gelecekte tek dünya devletine doğru gidilmesi olası
Mümkün olan en iyi geleceği tasvir eder misiniz?
Amazon’un kurucusu Jeff Bezos, “10 sene sonra değişecek olanlardansa değişmeyecek olanlara odaklanmak daha akıllıca” diyor. Gelecekte de teknolojinin sunduğu araçlar toplumları kontrol etmek isteyen devletlerin eline görülmemiş güçler verecek. Bu sayede Çin’de olduğu gibi, devlet vatandaşının yazdığı mesajdan seyrettiği videoya kadar an be an milyonlar ölçeğinde takip edebilecek.
Bunlar ütopya değil ama distopya!
Hayır, şu an olan bu! Çin’de bu sistem şu an yürürlükte, tüm polislerin gözünde akıllı gözlükler var. Sosyal vatandaşlık skoru denilen sistemle vatandaşlara puan verilebiliyor. Kırmızı ışıkta geçmek, polise karşılık vermek, otomobili yanlış park etmek, sosyal medyada muhalif şeyleri paylaşmak puanını düşürüyor.
Kusurlu bir hareket yaptığında fotoğrafın ve ismin sokaklardaki billboard’larda çıkıyor, teşhir ediliyorsun. Puan belli bir sınırın altına indiğinde otobüse ve trene binemiyor, okullara kayıt yaptıramıyorsun. Üstelik bu takip teknolojisini Afrika’ya ücretsiz pazarlıyor ve siyahi ırka dair yüz profilleri topluyorlar. Sonra sıra beyaz ırka gelecek.
Dünya Açık Hava Hapishanesi!
Geleceğin distopyasında elit kesim diye bir tabaka olmayacak. Sadece iktidar ve alt kesim olacak. Baskıcı bir iktidar hatta tek dünya devletine doğru gidilmesi olası. Şu anda bunu mümkün kılacak bilgi ve teknolojiye devletler değil, şirketler sahip. Bunlar bir elde birleşirse...
Gidişat bu yönde görünüyor…
Maalesef. Tarih bu tip çıldırışlarla dolu. Ancak savaşlardan sonra, milyonlarca kişi öldükten sonra ‘Biz ne yapıyoruz?’ demişiz. Avrupa medeniyeti insan haklarını, mahremiyete saygıyı savaş tecrübeleriyle kazanmış. Biz musibetlerden nasihatler çıkaran bir türüz. Çok da unutkanız. Bundan 50 yıl sonra çok kötü ya da çok iyi bir düzenin içinde olabiliriz. Bunu belirleyecek olan teknolojiyi kullanma şeklimiz olacak. Yapay zeka destekli robotik sistemler birçok iş kolunu üstleniyorlar. Bugün yapmak zorunda olduğumuz birçok işi robotlar yapacak.
Bu bize işsizlik olarak mı dönecek?
30 yıl sonra dokuz milyarı aşan dünya nüfusu olacak. Milyarlarca insanın yeni yetkinliklerle donatılması mümkün değil. Bu nüfusun önemli bir bölümünün içilebilir su kaynağı ve ekilebilir tarım ürünüyle ilişkisi küresel ısınmadan dolayı kesilecek. Bu insanları kim eğitecek, besleyecek? Yakın gelecekte büyük sorunlarla karşı karşıya geleceğiz.
Sanal gerçeklikle tüm fantezilerinizi deneyimlemeniz mümkün
Post-truth (gerçek-ötesi) çağındayız ve hatta bence Instagram’daki filtreli halimize inanmayı tercih ediyor oluşumuz bile bununla ilgili. Sizce sırada ne var?
Teşhir çağının doymaz iştah ve arzusunu karşılayacak her türlü yenilik kendine yer bulacaktır. Yaşadığımız çağın önemli belirtilerinden ikisi, şimdicilik ve yeniciliktir. Sürekli olarak mevcuttan tatminsizliğimiz var; hep daha iyisi olacağı hissine sahibiz. Şimdi’nin içine mümkün olduğunca fazla şey tıkıştırmaya çalışıyoruz. Şimdi’yi esnetmeye çalışıyoruz.
24 saat sonra kaybolan story’lerin çağında yaşıyoruz. Daniel Kahnemann ‘İnsanlar şimdiyi gelecekte hatırlamak istedikleri gibi inşa ediyorlar’ der. Geçmiş umurumuzda değil. Sürekli yeni bir şey istiyoruz ve bunun doğal sonucu olarak köksüzleşiyoruz. Bu köksüzlük bizi şu anın gerçekliğinden de koparıyor.
Çok ilginç etik tartışmalar çıkacak
Çok yakın gelecekte insanlar gerçeklikten iyice kopacak. Mesela sanal gerçeklik gözlükleriyle istedikleri insanla sevişebilecekler. Fantezilerini yaşayabilecekler. Bu onlara ne yapacak?
İnsan hiçbir zaman gerçeğin peşinde değildir. Etrafımızda hayalini kurduğumuz dünyanın izlerini ararız. Sanal gerçeklik tüm hayalleri sınırsız şekilde yaşamamızı sağlıyor. Google’ın cardboard diye bir hizmeti var. İlkel bir sanal gerçeklik gözlüğü düşün; mukavva bir karton ve iki lensten oluşuyor. O gözlükle Afrika’nın birçok okulundaki çocuklar Avrupa’daki müze ve sergileri geziyor. Aynı gözlükle Silikon Vadisi’nin hemen yakınında Porn Valley’de pornografi sektörü sanal gerçeklikle insanların fantezilerini yaşamalarını sağlıyor. Eşcinselliği tecrübe etmek isteyen ama cesaret edemeyen bir kişi bunu sanal gerçeklikle deneyebiliyor. Kendinize böyle bir evrende bir karakter yaratıp tüm bilinç dışı fantezilerinizi deneyimlemeniz de, eğitim almanız da mümkün hale geldi.
Bu noktada birçok etik tartışma çıkacaktır. Mesela sanal pedofili ya da sanal zoofili suç mu olacak yoksa suç oranlarını düşüren bir etkisi mi olacak gibi...
Japonya’da çocuk seks robotları üretiliyor.
Seks robotlarına kötü davranmak suç mudur?
Nasıl yani! Japonya’da çocuk seks robotu üretmek yasal mı?
Yasal ama toplum ikiye bölünüyor. Çocuk seks robotuyla cinsel ilişki pedofili midir yoksa iyi bir şey midir? Robotla yapmasa gerçek bir çocukla mı yapacak? Seks robotlarına karşı kötü davranmak suç mudur? Barselona’da yapay zekâlı ‘Real Doll’lar yani insan gerçekliğindeki seks robotları var. Üstelik bunların genelevleri var. Seçim yapıp, satın alabiliyorsunuz.
İleride bizi hayli ilginç sorular ve sorunlar bekliyor. Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Her şey çok güzel olacak.
Haha! Hiç zannetmiyorum!
Bu röportaj Tuhaf Dergi Ocak 2019 sayısından alınmıştır.
- Orduya yolu düşen torba torba alıyor! Demir depolarını fullüyor: Sindirim sistemini makine gibi çalıştırıyor
- Araba camında yağmur lekesi bırakmıyor! Araba yıkama derdinden kurtaran çözüm: 5 dakikada etki ediyor
- Ünlü senarist Umur Bugay’ın kızı Zeynep Bugay’ın yeni kitabı: ‘Kimsesiz Kız Çocuğu’
- Turistler kapış kapış alıyor! Sütten 30 kat daha fazla kalsiyum içeriyor, vücuda tek seferde vitamin ve mineral depoluyor
- Asırlardır tam kıvamında yapılıyor! Topaklanmayan un helvası tarifi: Usta şefler bile böylesini yapamıyor