Yüzü kezzapla yakılan Berfin Özek, "Asla affetmem" dediği eski sevgilisi Ozan Çeltik'le evlendi. Haberi yazarken kalp atışımın hızlandığını hissettim. Yüzünde çeşitli estetik operasyonlar olan ve sağ gözü görme yetisini kaybeden Berfin'in kararı şok etkisi yarattı. En üzücüsü de Berfin'in affettiği Casim Ozan Çeltik, son duruşmada tahliye edildi.
Kadın cinayetlerinde katili ve kurbanı hep sonradan tanırız ya, bu kez gözümüzün önünde kendisini kezzapla yakan kişiyle evlenen bir kadını görmek bambaşka bir korku yarattı. Ancak, sosyal medyada gördüğüm "Kadınlar kendilerine ne yapılsa hak ediyor" yorumları ayrıca yaraladı.
Kadın olmanın üzerindeki sayısız baskılardan bazıları: Güzel olmak zorundasın, belirli bir yaşa geldiysen evlenmelisin, evlendiysen çocuk doğurmalısın...
Belki de Berfin çirkinleştirilip başka bir erkekle evlenme hakkı elinden alındığı için toplumda hep 'öteki' hissedeceğini düşündü.
Olayın ardından eski sevgilisi Casim Ozan Çeltik'in ailesinin evinde kalan Berfin şunları söylemişti:
Hayatı kabusa dönmüş belki de psikolojisi bozulmuş bir kadını suçlamak biraz kolaya kaçmak mı?
İnsanlar kendi başlarına gelmeyen olaylarla ilgili son derece rahat konuşur. Kimse sınanmadığı günahın masumu değildir ancak bu gibi olayların toplumsal karşılığı var.
Deney tavşanı Ralph'in kısa filmi birkaç gündür sosyal medyanın gündeminde. İzlemeyen kaldıysa diye kısaca bahsetmek istiyorum. Save Ralph (Ralph'i kurtar) isimli kısa film kozmetik sektöründeki markaların hayvanlar üzerinde yaptığı acımasız testleri anlatıyor.
Bir insanın daha güvenilir bir ruju veya deodorantı kullanması için sağ gözü görmeyen kulağında sürekli çınlama sesi olan sırtı yara bere içindeki bu tavşan, göz ardı ettiğimiz ya da işimize gelmeyen gerçekleri yüzümüze vuruyor.
Neden bilmiyorum beni en çok etkileyen sahnesi bu oldu. Güzel görünme uğruna her şeyi kendimize hak mı görüyoruz?
Bu testlerin nasıl yapıldığını okudum internette. Denek olan hayvanın kimyasala ne kadar maruz kaldıktan sonra öldüğünün ölçüldüğü iddia ediliyor. Hayvanın defalarca kez tıraşlanmış cildine ürün uygulanıyor ve bu işlem haftalarca sürebiliyor.
Bir insanın ruj yuttuğunda alacağı zararın anlaşılması için hayvanın boğazına zorla sokulan tüple ürün yutturuluyor. Zavallı hayvanda ishal, kusma, felç, iç kanama gibi zehirlenme belirtileri görülebiliyor.
Bir başka bilgiye göre göz ve cilt tahrişleri için yapılan deneylerin yanında bu ürünlerin hamile kadın ve bebeklere zararının olup olmadığını ölçmek için de hamile tavşanlara günlerce işkence ediliyor. Böylece yavrular doğduktan sonra ürünün fetüse etki edip etmediğinin anlaşılması hedefleniyor.
14 gün boyunca size böyle işlemlerin yapıldığını hayal etmek bile istemezsiniz değil mi?
Salgın sürecinde uzaktan eğitimin ağırlığını taşıyan öğretmenler yıpranmış halde. Öyle ki, Nagehan Alçı'nın öğretmenler için köşe yazısında kullandığı 'rahata alıştılar' ifadesi sosyal medyada gündem oldu.
Peki öğretmenler ne düşünüyor? Halinden memnun mu?
Alçı'nın yazısına eğitimcilerden tepki çığ gibi.
Öğretmenler az çalıştıkları ithamlarından rahatsız.
İtibar kaybı yaşadıklarını düşünüyorlar.
Hedef gösterilmek istemiyorlar.
İşini layığıyla yapmaya çalışan öğretmenler uzaktan eğitimin yüz yüze eğitimden daha yorucu olduğunu söylüyor.
Salgın kontrol altına alındıktan sonra okulların yüz yüze eğitime geçmesini en çok isteyen öğretmenler.
Sosyal medya, Muğla'da CHP'li bir vekilin Pınar Gültekin'in babasını arayarak "davadan vazgeçin" dediği iddiasını konuşuyor. Bu iddia doğruysa eğer bir milletvekili nasıl böyle insanlık dışı teklifte bulunabilir anlamıyorum.
Bilmeyenler için anlatayım. CHP'li vekil Pınar’ın babasını aramış ve "Tamam böyle bir şey yaşandı. O aile de perişan. Zaten cezasını çekecek. Gel sen davandan vazgeç. Zaten kamu davası devam edecek." demiş.
Babanın cevabı ise, "Bunu duymamış olayım. Sizin kızınızı diri diri yakıp üzerine beton dökseler bunu ister misiniz?" olmuş.
Gültekin ailesinin avukatı Epözdemir, ''Pınar'ın babası Sıddık Bey, vekilin ismini davanın görüleceği 4 Ocak tarihinde açıklayacak.'' dedi.
Bu arada katilin annesi CHP’nin Muğla’daki bir ilçe yönetim kurulu üyesiymiş ve olaydan sonra istifa etmiş.
Madem kamu davası devam edecek Gültekin ailesinin davadan çekilmesi neyi değiştirecek?
Muğla'daki CHP'li 4 vekil iddiayı yalanlayarak kendilerinin ve partilerinin hedef alındığını savundu.
Son günlerde Türkiye'nin ve dünyanın ana gündem meselesi: Aşı...Kiminle konuşsam sorusu "Aşı yaptıracak mısın?" oluyor.
Kimi aşıya kesinlikle karşı, kimi tereddüt içinde, kimi "Aşı önce resmi onay almalı" diyor, kimi ise "X" markası olursa aşı yaptırırım" diyor. (Siz ne düşünüyorsunuz? Anket, yazının sonunda)
Geniş kitlelerde denenen aşılardan; ABD'li ile ortak aşı geliştiren Alman BioNTech, ABD merkezli Moderna, Rus aşısı Sputnik V, İngiltere'de Oxford/AstraZeneca, Çin menşeli Sinavac öne çıkıyor.
Bu aşıların arasındaki kritik farklılık, depolama sırasında ihtiyaç duyulan soğutma gereksinimi. Moderna ve Pfizer aşılarının daha düşük sıcaklıklarda muhafaza edilmesi gerekiyor.
Türk Eczacı Birliği Birliği Başkanı Erdoğan Çolak'ın, eksi 70 derecede saklanması gereken Pfizer/BioNTech aşısıyla ilgili Türiye'deki eczanelerde gerekli altyapının olmadığını söylemesi kafa karıştırmıştı.
Bu arada İngiltere, Türk bilim insanları Uğur Şahin ve Özlem Türeci'nin geliştirdiği ve yüzde 95 etkili olan Pfizer/BioNTech aşısının kullanımını resmi olarak onaylayan ilk ülke oldu.
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca ise, Çin menşeli Sinavac isimli corona virüs aşısı için 50 milyon dozluk anlaşma yaptığımızı açıkladı.
Ancak Twitter'da yapılan yorumlara göz attığımda Çin aşısına güvenmeyenlerin olduğunu görüyorum.
İzmir depreminden 91 saat sonra enkazdan çıkarılan 3 yaşındaki Ayda, tedavi gördüğü hastaneden babasının kucağında minik ayakları çıplak şekilde taburcu oldu. Ayda'nın çıplak ayakları sosyal medyada defalarca kez paylaşıldı.
Yalan yok, benim de aklımdan ilk geçen "Annesi yaşasaydı hastaneden çıkmadan küçük ayakları önce öper sonra çorap giydirirdi." oldu.
Ama bunu yazmadım, dile getirmedim. Babası elbette ki benden iyi düşünecekti kızını.
Derken babasının yaptığı şu açıklama herkes için yeterli cevap oldu:
Doğru ya, ayakları yara içindeyken çorap giydiremezdi babası. Bir baba kızına çorap giydirmesi gerektiğini bilmiyor olabilir mi? Ama görünen resmin arkasını düşünmeden, sosyal medyada yazıp çizmek çok kolaydı.
Eleştireceğiz derken bir babayı yetersiz gösterdik.
Her fırsatı siyasete çevirdik.
İzmir depreminin ardından enkaz altından gelecek haberleri endişe içinde beklerken Şeyma Subaşı'nın Cadılar Bayramı partisinde yaptığı paylaşımlar gündem meselesi oldu. Depremi hiçe sayıp umarsızca partileyen Subaşı linç üstüne linç yiyor. Öte yandan İzmirliler ile ilgili provokatif ve insanlık dışı paylaşım yapan kişilere de tepkiler büyüyor. Ama bence iki durum arasında bir parça fark var...
Sosyal medyada gördüğüm kadarıyla AFAD çalışanlarının fotoğrafları Şeyma Subaşı'nın fotoğraflarıyla yan yana paylaşılarak genç kadına hakaret ediliyor, öfke kusuluyor.
Şeyma Subaşı milletvekili, belediye başkanı ya da müteahhit değil.
Şeyma Subaşı siyasi bir figür ya da toplum lideri değil.
Neden bu kadından duyarlı olmak gibi bir beklentimiz var?
Şeyma Subaşı'nın paylaşımlarına verdiğimiz tepkiyi yıkılan binalarda sorumluluğu olanlara verdik mi?
Farkında mısınız, depremde hayatını kaybeden insanların yakınları Şeyma Subaşı'ndan hesap sormayacak.
Oyuncu Bergüzar Korel, geçtiğimiz günlerde ağlayarak çektiği videoda SMA hastası çocuklar için ilaç alınamadığını belirterek Sağlık Bakanı Fahrettin Koca'dan yardım istedi. Korel'in çağrısı yanıt buldu. Bakan Selçuk yaptığı açıklamada, "SMA hastalarımızın SUT'a tabi ilaçlarını daha önce olduğu gibi temin etmeye devam edeceğiz" dedi. Korel'in bu videosunu samimi bulanlar da oldu, 'yapmacık' yaftası yapıştıranlar da. Benim bu yorumları okurken aklıma düşen ilk şey; sosyal medyanın Türkiye'nin yeni kahramanı olduğu.
Bir konunun sosyal medyada en çok konuşulan konulardan biri olmasının gündemin seyrini nasıl değiştirdiğine sıklıkla şahit oluyoruz. Bazen sosyal medyada oluşan tepkiler ya da talepler öyle bir boyuta ulaşıyor ki, emniyet görevlilerinden valilere, bakanlara kadar devletin her düzeyindeki yetkililer konuyla ilgili açıklama yapıyor ve belki de atılacak özel adımlar hız kazanıyor. Peki atılan bu adımlar sosyal medya baskısı olmadan atılmayacak mıydı? Buna net bir cevap vermek zor.
Twitter gündeminde en çok konuşulan konu ile ilgili hukuki bir adım atılmasının şart olduğunu düşünüyoruz. Ve bu düşünce çoğu zaman sorumluluk hissiyatına dönüşüp olaya tepki göstererek hak arayanlara yardımcı olma 'baskısı' doğuruyor. Kısacası sosyal medya toplumsal vicdanın somutlaştığı bir mecra haline geldi.
Bunun sonucunda özellikle çok takipçili sosyal medya kullanıcıları üzerinde 'sosyal sorumluluk' baskısı oluştu.
Türkiye'de çok sayıda insan taleplerini dile getirirken daha hızlı biçimde, daha fazla insana ulaşabilmek için sosyal medyayı tercih ediyor.
Bergüzar Korel'in SMA hastası çocukların ilaçları için sosyal medyadan Fahrettin Koca'ya ve devlet büyüklerine seslenmesi gibi.
Gel gelelim bize yaranılmadı. Neden mi? Hadi, olayın en başına dönelim.