Taoist felsefede her şey kendi zıddı ile açıklanır. Taoistler zıt kavramların bir araya gelerek bütünü oluşturduğuna inanırlar. Bir şey ancak zıddı ile açıklanabilir.
Bir gün, geceden ve gündüzden oluşur; gece olmadan gün eksik kalır.
Soğuk olmadan sıcağı tarif edemeyiz…
Ömrümüzde hiç yumuşak bir dokuya dokunmadıysak, katının katı olduğunu anlayamayız.
Her kavramın bir zıddı varsa eğer, günümüzün gözde davranış reçetelerinden biri olan “Cool” kavramının zıddı nedir acaba?
“Cool” insanları nerde görsek tanırız; etraflarında kimse yokmuş gibi davranırlar. Duygularını belli etmezler, ne düşündüklerini kolayca anlayamayız. Yavaş hareket ederler, kendilerini asla kaybetmezler, aşırı gülmezler, gündelik hayat dertleri sanki onları çok etkilemez.
Genel olarak kayıtsızdırlar, yüzlerinde müstehzi bir gülümseme vardır. Yaşamın gizini tüm fanilerden farklı olarak çözdüklerini düşündürtecek bir alaycılıkla yaklaşırlar her şeye…
Bazı “Cool”lar Allah için doğuştan cooldurlar, çabasız bir biçimde. Bazıları ise bir proje olarak “Cool” olmak üstüne çalışırlar, kimi başarır, kimi ise…
David Robins “Cool Bir Tavrın Anatomisi”, Ayrıntı Yayınları, isimli kitabında cool olma kavramının kökenlerini anlatmış. Bilmiyordum, öğrenince çok heyecanlandım.
Cool olma hali, siyahların Afrika’dan Amerika’ya köle olarak getirilmeleriyle hayatta karşılığını bulmuş.
Köle tacirlerinin ve toprak sahiplerinin son derece acımasız, gurur kırıcı, vahşi davranışlarına karşı köleleştirilmiş siyahların uğradıkları tüm aşağılanma ve işkenceye rağmen, herhangi bir acı çekme tepkisi göstermemeleri adeta sessiz, örgütlü bir başkaldırı haline dönüşmüş.
Ne olursa olsun ne kadar acı çektiğini belli etme; belli etme ki düşmanına zafer duygusu yaşatma, düşmanını mutlu etme.
Duygularımız, tepkilerimiz, bizimle ilgili karşımızdakine çok şey söyler. Duygularımızı belli ettiğimizde, karşımızdaki bize nasıl davranacağının stratejisini gerçekçi bir biçimde çizebilir.
Güvene dayalı sağlıklı ilişkilerde işler böyle yürümelidir; karşımdakinin duygularına, tepkilerine göre davranmalıyım.
Ama ilişkide kendimizi tehlike altında hissediyorsak, bir hayatta kalma mücadelesi içindeysek, her türlü duygumuzu bastırmak son derece anlaşılır bir davranış olur. Korkunu, mutluluğunu, neşeni, endişeni belli etme ki, karşındaki seni çözemesin.
Amerika köleleştirilmiş siyahlar arasında başlayan “duygularını belli etme” hali Blues müziğine, edebiyata, diğer sanat dallarına yayılmış, beyazlar tarafından da topluma isyan olarak kullanılmış.
Kuralla uymamak, toplumsal kuralları aldırışsız ve çabasız bir şekilde görmezlikten gelmek, tüm duygularını kendine saklayarak aslında toplumu kendinden mahrum etmek gençler, sanatçılar, anarşistler arasında kabul görmüş.
Ve elbette gel zaman git zaman kendini korumak için oluşturulan “Cool Olma” stratejisi, popüler bir davranış kalıbı haline gelmiş.
“Cool” görünmek, artık reklam sektörünün en büyük ürün vaatlerinden biri.
Bir PR çalışması olarak liderlerle, şarkıcılarla, sporcularla, oyuncularla “Cool” olmanın kitabı yazılıyor, her gün, aralıksız…
Peki, düşmanımıza karşı bir hayatta kalma mücadelesi vermiyorsak duygularımızı saklama, belli etmeme çabası niye?
Bizler dışardan başkasının gözüyle kendimize baktığımızda kendimizden uzaklaşıyoruz aslında.
Bir tehlike anında ya da kendimizi güvende hissetmediğimiz koşullarda kendimize, davranışlarımıza dışardan bakarız ki tehlikeye karşı gerekli önemleri alabilelim.
Ama hayatımız normal gidişatındaysa “bir şey olmak” için bir davranış kalıbını elbise gibi giymeye çalışmak, bizi kendimizden uzaklaştırmaz mı?
Ya da duygularımızı belli etmemek…
Duygularımızı hayatla, çevremizdekilerle paylaşmadığımızda aslında kendimizi onlardan koparıyoruz.
Onlarla bağ kurmadığımızda, bizimle bağ kurulmasının da önüne duvar örüyoruz.
Köle olarak çalıştırılan bir siyah değilsek, neden böyle davranırız acaba?
Sizce?