Mayısın sona ermesine az bir zaman kaldı. Haftaya, resmi olarak hem yaza hem de 'kokuların ayı' diyebileceğimiz hazirana merhaba diyeceğiz. Etrafımızı saracak olan güllere, hanımeline ve son leylakların kokusuna da... Yeşili görmeden önce kokusuyla bizi ele geçiren tüm çiçeklere ve bitkilere.
Kokusunu aldığımız her çiçek, her bitki, hatta her şey başka bir parçayla birleşerek bizi etkisi altına alır. Bazen gözlerimiz görmez, kulaklarımız duymaz ya da duyulanlar ve görülenler, biraz beynin oyunları biraz da duyguların baskınlığı sayesinde farklı algılanabilir. Ama koku öyle değildir. Hiçbir zaman tepkisiz kalamadığımız kokular anında bizi ele geçirir. Koku, bir yol gösterici, hatırlatıcı ve uyarıcıdır; aldığımız tatların ve yaratımlarımızın kaynağıdır.
Kokular, göremediğimiz ya da kelimelerle tanımlayamadığımız şeyler hissetmemizi sağlar. Mesela yeni kesilmiş taze çim kokusu tam anlatamadığımız bir ferahlığı hissetirmez mi? Ya da markette burnunuza çalınan muz kokusuyla, bahçesinde muz ağaçları olan yazlığınız gelir aklınıza, eskiden önünde iğde ağacı bulunan eviniz veya kumsal kokan tatil anılarınız... Tüm hatıralarınız ve unuttuğunuzu sandıklarınız, ufak bir kokuyla önünüzde belirir.
Parfümör ve koku uzmanı Vedat Ozan’ın 'Kokular Kitabı' serisi, yaşamımızın her anında karşımıza çıkan tüm bu kokuların etkilerine, tarihine ve her küçük detayına değiniyor. Kokular hakkında merak ettiğiniz her soruya cevap bulabileceğiniz bu çalışma, dört ciltten oluşuyor. Hemen hemen kokuların etkilediği her alanı ele alan ilk kitabın ardından kokunun, parfüm, lezzet ve kültürel boyutlarına da detaylı bir şekilde göz atma şansı buluyoruz.
Okuduktan sonra gerçekten de burnunuzda tütecek olan 'Kokuların Kitabı', en güzel kokulara ve yaza merhaba diyeceğiniz bu zamanlarda zevkle okuyacağınız bir kitap olabilir.
Güvercin’in Fili: Diego Rivera
Yaz, çiçekler ve kokular derken birden aklımda peşe peşe canlananlar da güneş, can alıcı renkler ve beyaz Kalla zambakları oldu. Frida Kahlo’nun büyük aşkı, Güvercin ve Fil’in fili ve Meksika’nın en önemli ressamlarından olan Diego Rivera’nın resimlerinde en sık rastlanan öğelerden biri beyaz calla zambağıdır. Kokusunu alamasak da etkileyiciliğinden hiçbir şey kaybetmeyen calla zambağı, bir bakıma yaz aylarının zarif ve görkemli sembolüdür.
Ünlü ressamın inanılmaz bir teknikle yaptığı duvar resimlerinin ardından üzerinde çalıştığı tuval ve portrelerde sıklıkla rastladığımız beyaz calla zambakları, Rivera’nın aslında Meksika’yı, kendi kültürünü ve insanını anlattığı bir unsur olmuştur. Özellikle 'Calla Zambağı Satıcısı'* eserinde, calla zambağının görkemi altında onları kucaklayamayacak kadar küçük kalmış yerli bir kızı, ihtişamla yoksulluğun iç içe geçmiş hüznünü gösterir Rivera. Kullanılan renkler, zambakların eşsiz şekilleri ve diğer tüm detaylarla Rivera; işçi hareketi, Frida Kahlo, Troçki, kaçamak aşklar ve hastalıklar arasında geçen bir ömrün ne kadar etkileyici işler çıkarttığını bize gösteriyor.
* Diego Rivera - The Flower Seller (1942)
Renklerle bezenen bir hayat: Maudie
Kokular, çiçekler ve Rivera’dan bu kadar bahsetmişken o zaman mayısın kapanış filmi de renkleri ve sıcaklığı içerisinde kaybolacağınız Maudie olmalı.
Kanadalı sanatçı Maud Lewis’in hayat hikayesine odaklanan yapım, özellikle oyuncuların sergilediği üstün performansla öne çıkan çok başarılı bir biyografik film. Şu an Netflix üzerinde de izleyebileceğiniz Maudie, rengarenk desenlerle süslenmiş küçücük bir ev ve Maud Lewis’in kalbimizi ısıtan hikayesiyle bizi karşılıyor.
Başrollerini Ethan Hawke (The Before Trilogy) ve Sally Hawkins'in (The Shape of Water) paylaştığı Maudie, Maud Lewis’in son derece mütevazi ama bir o kadar da renkli hayatına yakından bakmamızı sağlıyor. Çocukluğundan beri Romatoid artrit hastalığından muzdarip olan Lewis, ona dayatılan kaderi kabul etmeyerek hayatını, kendi istekleri doğrultusunda yaşayan güçlü bir kadın. Resim yapma tutkusuyla her boş gördüğü alanı bir sanat eserine çeviren Lewis, kocası Everett ile yaşadığı bir odalı küçücük evini gerçek bir sanat eserine dönüştürerek gerçek sihrin ne olduğunu bize gösteriyor.
Maudie, Lewis’in çarpıcı ve renkli yaşamına yakından bakmanızı sağlayan ve kesinlikle izlemekten pişman olmayacağınız bir yapım.