Soluduğunuz havanın kalitesini kontrol altında tutmak çok önemlidir. Nasıl ki, ağız ve burnunuza girip çıkanları kontrol ediyorsunuz, vücudunuza girmeyi bekleyen havanın da kalitesine dikkat etmelisiniz. Tabii ki günümüz toplumunda yaşamak beraberinde, kirlilik, karbonmonoksit gibi zehirli maddelere maruz kalmayı getiriyor. Ancak kirliliğe yol açan birçok maddeye maruz kalmaktan kaçınmak için bazı önlemler alabilirsiniz.
İşte zor veya kolay olarak değişiklik gösteren birkaç öneri:
- Evinizde toksin içeren maddeleri tutmayın.
-Evinizde bitki bulundurun. Bitkiler havanın kalitesini artırıyor çünkü hem oksijen üretip odadaki oksijen miktarını arttırıyor hem de havadaki kirletici maddeleri temizliyor.
-Ara ara pencereleri açarak içeri temiz hava girmesini sağlayın. Ne kadar pencereleri kapalı tutup havasız bırakırsanız o kadar çok toksini içeri hapsetmiş olursunuz.
- Otobana bakan pencereleri kapalı tutun. Bir otobanda bir saat araba kullanmanın, havalandırılmamış bir tünelde maruz kalacağınız karbonmonoksitle aynı miktarda olduğunu biliyor muydunuz?
-Havalandırma borularını her üç senede bir temizleyin.
-Evinizin radon, asbest veya küf deposu olmadığına emin olun. Ev satın almadan önce bu üçünü kontrol etmelisiniz. Eğer önceden etmediyseniz, şimdi edin.
- İş değiştirme fikrini düşünün. Kirletici madde ve toksinlere maruz kaldığınız işlerden uzak durursanız bu sizi 2.8 yaşa kadar daha genç tutar. Çünkü, iş yerinde çevre kirliliğinden kaçınmak damar sertleşmesini ve akciğer iltihaplanması, astım, kalp rahatsızlıkları, felç ve hafıza kaybı gibi damarların yaşlanmasına bağlı hastalıkların riskini azaltıyor.
-Bulunduğunuz şehri değiştirmeyi de düşünün. Eğer bu fikre sıcak bakıyorsanız hava kirliliğinin en az olduğu yerleri tercih edin. En ufak zehirli madde bile ciğerlerinizin en derin yerlerine yerleşerek bağışıklık sisteminize zarar verebileceği gibi ciğerlerinizde, damarlarınızda ve bütün kalp-damar sisteminizde iltihaplanma riskini de artırır.
Havuç gerçekten GÖZLERE İYİ GELİR Mİ?
Konu gözlere geldiğinde, Temel Reis, Bugs Bunny’den daha üstündür. Havuç gözleriniz için yararlıdır, ancak ıspanak kadar değil. Araştırmalar, gözlerimizin havuçta bulunan beta-karotene oranla ıspanakta bulunan luteinden daha fazla faydalandığını gösteriyor.
Güneş gözlere nasıl zarar verir?
Kayak yapmak ve su sporları sadece dizleriniz için değil aynı zamanda direkt ve yansıyan ışık nedeniyle gözleriniz için de tehlikelidir. Güneş ışığına uzun veya yoğun bir şekilde maruz kalmak gözleriniz için zararlıdır çünkü bazı ışık dalgaları göz merceğine ve retinaya zarar verebilir. ‘Zararlı’ ışık spektrumlarını (ultraviyole A ve ultraviyole B ışınları) filtreleyen gözlükler kullanmak dışarıda çalışan veya vakit geçiren insanlar için çok önemlidir. UV-B ışınları genellikle kornea tarafından (ve arabanın ön camı tarafından) filtrelenir ancak UV-A ışınları filtrelenmez ve bu ışınlara maruz kalmak katarakt ve maküler dejenerasyona neden olabilir. Gözlüklerinizin UV-A ışınlarına karşı koruduğuna emin olmak için etiketini kontrol edin veya bir göz doktoru ya da gözlükçüye giderek gözlüklerin zararlı ışınlara karşı koruyup korumadığını öğrenin.
Sigarayı bırakırken kilo almaktan nasıl korunurum?
Sağlığınız için iyi bir şey yapmak ve daha uzun yaşamak istiyorsanız, sigarayı bırakmalısınız. Sonuçlarını bir düşünün: Ne kadar sıklıkta veya ne kadar süreyle içmiş olursanız olun 5 yıl içinde kötü etkilerin 7/8’inden arınabilirsiniz. Bununla birlikte, sigarayı bırakmayı düşünen insanların en büyük endişelerinden biri kilo almak. Genel olarak erkeklerin sigarayı bıraktıklarında yaklaşık 4.5, kadınların ise 3.5 kilo aldıkları bir gerçek. 6 ay sonra, kilo alan kadın sigara içtiği zamana göre yalnızca 1 kilo fazla oluyor. Sigaranın zararları bu kilo alma sorununun yanında çok daha fazla olsa da, sadece biraz dikkat ederek sigarayı bırakırken kilo almanın önüne geçebilirsiniz. Öncelikle, etkili bir sigara bırakma planını uygulayan (ve belirtilen yürüme ve ağırlık kaldırma egzersizlerini yapan) kişiler sigarayı bıraktıktan 6 ay sonra yaklaşık 3 kilo daha hafif olurlar. Özellikle her gün yürümek sigarayı bırakma aşaması ve sonrasındaki kilo alma sorununa çözüm olabilir. Sigarayı bıraktıktan sonra kilo almaktan kaçınmanın diğer yollarını mı merak ediyorsunuz? Şekersiz sakız çiğnemek dudak tiryakiliğinin önüne geçebilir. El bileğinize lastik bir bant takın böylece parmaklarınız sigaraya uzanmak yerine sürekli bir şeyle uğraşıyor olacak. Kendinizi meyve, sebze ve yağsız patlamış mısır gibi yağ içermeyen ve ceviz gibi sağlıklı yağ içeren atıştırmalıklara alıştırın.
İşitme kaybı ne kadar yaygın?
İşitme kaybı çok yaygın bir hastalıktır. 65 yaşın üstündeki kişilerin yaklaşık yüzde 60’ı bir çeşit işitme kaybı yaşıyor ve yüzde 40’ı ise yüksek sesle konuşulmadan duymuyor (işitme kaybı olan erkek hastaların yüzde 10’u eşlerinin söylediklerini duymadığı için sinirlenmeleri üzerine doktora gidiyor). İşitme kaybı çoğunlukla yüksek sese maruz kalındığından olur ancak tamamen yaşa bağlı işitme kaybı yüzde 25 oranla 65 ve 75 yaş arasındaki kişilerde, ve yüzde 80 oranla 75 yaşın üzerindeki kişilerde gerçekleşiyor.
Bize denge hissini veren nedir?
Sabit bir şekilde durmanızı sağlayan nedir? Eşinizin dikkatli gözlerinin yanı sıra denge sisteminizi oluşturan 4 şey...
1. Vestibüler Labirent: İç kulaktaki kokleanın (kulak salyangozu) yanında bulunan 3 kanaldan oluşur. Kanallar birbirinden farklı eksenler üzerindedir ve size nerede bulunduğunuz bilgisini veren dairesel hareketlerden sorumludurlar.
2. Görme: Denge problemlerini düzeltmeye yardımcı olur.
3. Propriosepsiyon: Vücudunuzun her bölümünün boşluktaki pozisyonunu algılamanızdan sorumludur.
4. Beyincik: Vücudun denge kontrolüdür. Saydığımız diğer bütün kısımları tamamlar. Bütün bunlar laf kalabalığı gibi görünse de bu dört sistemden ikisi çalışmazsa, sürekli sarhoş, sendeleyen ve başı dönen bir kişi olarak yaşamınızı sürdürmek zorunda kalırsınız.
Bakteriyle virüs arasındaki fark nedir?
Birçok insan eski bir temel kuralı hatırlayarak bakteriyle virüsü ayırt ediyor: Bakteri antibiyotiğe yanıt verirken virüs vermez. Bu tamamen gerçek olmasa da genellikle doğrudur. Ancak bu iki organizmanın arasındaki temel fark yalnızca bununla değil, yapıları, boyutları ve işlevleriyle de alakalı...
Bakteriler türeme yeteneği olan karmaşık hücrelerdir. Virüsler ise yaklaşık 100 kat daha küçük ve basittirler, üstelik çoğalma gibi bir yetenekleri yoktur.
Elden ele veya ağızdan ağıza (grip) bulaşabildiği gibi cinsel yolla (HIV) da bulaşabilen virüslerin çoğalması için size ihtiyacı vardır. Bir virüs, hücrelerinizden birini istila edip onu kaçırarak yani genetik kodunu devralarak hareket eder.
Virüs, bu sağlıklı hücrelerin çoğalma makinesinin kontrolünü ele geçirdiğinde sanki bir fotokopiciye gitmiş ve bütün kan dolaşımınıza dağıtmak için milyonlarca kopya yaptırmış gibi davranır.
Bakteriler gibi çoğalma yeteneğinin bulunmamasının yanı sıra virüslerin bir diğer zayıf noktası daha var: Bir virüs hücreyi ele geçirmek için bir ulaşım yoluna ihtiyaç duyar, yani hücreye girebilmek için kimyasal bir taşıyıcıya ihtiyacı vardır. Yeni tedavi yöntemleri bu taşıyıcıları bloke etmeye yoğunlaşarak virüslerin sağlıklı hücrelere girmesini engellemeyi hedefliyor.
Bu gariplik basketbol efsanesi ‘Magic Johnson’un çok uzun bir süre HIV virüsüyle yaşayıp AIDS olmamasını da açıklıyor. Çünkü normalde HIV virüsünü hücrelere taşıyacak olan alıcılardan biri onda doğuştan eksik!
3