Bir süredir Masumlar Apartmanı ile ilgili konuşmadığımızı fark ettim. Ayıp olmuş! “TRT 1 ekranlarının izlenme rekorları kıran dizisi Masumlar Apartmanı” demek slogan gibi oldu artık bizim için. Zaten tescillendi bildiğiniz üzere. Marketing Türkiye dergisinin yaptığı '2020’nin ‘En’leri araştırmasına göre, yılın en çok beğenilen dizisi Masumlar Apartmanı oldu. Salı akşamları yayınlanan yapımlar arasında reyting yarışında zirveyi kimseye kaptırmayan dizinin son bölümünde Safiye’nin kriz geçirdiği sahneler hepimizi dehşete düşürdü. Gerçekte Safiye’nin bunları yaşamasını bir yana koyacak olursak, Ezgi Mola’nın oyunculuğu da zirve yaptı ve gönlümüzün tahtına oturdu.
Sosyal Medyada “Ezgi Mola çok güzel delirdi” yorumları yapılırken bomba bir haber düştü dün önümüze. Safiye’nin bu halde olmasının nedeni annesi, peki Hasibe’nin bu halde olmasının nedeni neydi acaba?
OGM Pictures imzalı dizinin başrollerini Ezgi Mola, Birkan Sokullu, Farah Zeynep Abdullah ve Merve Dizdar paylaşırken Safiye'nin annesi rolünde izlediğimiz Hasibe karakterine Açelya Devrim Yılhan hayat veriyor.
Her bir anı hayretler içinde izlediğimiz Hasibe ve Safiye sahneleri sonrası hep aynı şeyi düşünüyorum. Eminim siz de bu sorunun cevabını merak etmişsinizdir: Safiye’nin annesi Hasibe’nin bu halde olmasının tek nedeni kocası mıydı? İşte bu düğümü çözecek, taşların birer birer yerine oturmasını sağlayacak bir transfer haberi geldi diziyle ilgili. Masumlar Apartmanı’nın kadrosuna Serpil Gül dahil oluyor. Usta oyuncu Safiye’nin anneannesi Meryem karakterine hayat verecek ve Hasibe ile ilgili gerçekler bu sayede gün yüzüne çıkacak. Safiye ve annesinin travmalarının nedeni açıklığa kavuşacak.
Son yaprak da düştü
Tansel Öngün’ün hayat verdiği Naci karakteri ile ilgili bir sahne vardı son bölümde. Doktorun odasında otururken bir asma yaprağı vardı koskoca ağaçta, tek bir yaprak! Ve sonra o yaprak da düştü ansızın. Bu ne demekti peki? Naci ölecek mi? Bu hikâyeyi bilenler muhakkak vardır! Beklenmedik sonlarla biten öykülerin yazarı diyorlar ona. Amerikalı yazar O. Henry'den bahsediyorum. Gerçek adı, William Sydney Porte... O Henry’nin en ünlü hikâyelerinden biri de "Son Yaprak", umudun hikâyesi…
Özeti şöyle: Bir evde iki öğrenci kalıyor. Ancak bir süre sonra biri hasta oluyor. Hasta yatağındaki pencereden gördüğü ağacın yaprakları döküldükçe ölüme yaklaştığına ve son yaprak düşünce öleceğine inanan bir genç kızın yaşama tutunma hikâyesi... Genç kızın, düşeceğine inandığı o yaprak inatla düşmüyor ve son yaprağın düşmediğini gören genç kız yaşama sevincini geri kazanıp, hastalığın üstesinden geliyor.
Aslında yaprak düşüyor!
Hasta olan genç kızın arkadaşı alt kattaki yaşlı ressam komşusuna durumu anlatıyor. Ressam da son yaprağın düştüğü fırtınalı bir gecede ağaca kendi boyadığı yaprağı takarak, genç kıza yaşama umudu veriyor. Fakat bu yağmurlu ve fırtınalı gecenin ardından ressam, zatüreeden hayatını kaybediyor.
Ağaçtaki son yaprak düştüğüne göre Naci’nin umudu kalmadı mı dersiniz?
O muhteşem öyküyü merak edenler için Google’dan bir alıntı yaptım:
Sue ile Johnsy bir restoranda tanışırlar ve arkadaş olurlar. İşleri gereği bir stüdyo açarak bu dostluğu pekiştirirler. Kişisel benzerlikleri ve yaptıkları iş dolayısıyla iki yakın arkadaş olurlar.
Ancak bir süre sonra Johnsy o dönem salgın olan zatüreeye yakalanır. Artık hasta yatıyordur. Tedavi süreci uzadıkça uzamaktadır. Bir gün doktoru arkadaşı Sue‘yi yanına çağırır ve "Diyelim ki onda bir şans var, bu da onun yaşamayı istemesine bağlı..." der. Sonra ilave eder: "Bilimsel yönden yapılabilecek ne varsa hepsini deneyeceğim. Ama hasta kendi cenaze alayına katılacak arabaları saymaya başladı mı ilaçların iyileştirme güçlerinden yüzde elli düşerim."
Sue doktor gittikten sonra arkadaşının yanına gelir, bir dergide yayınlanacak hikâye için hazırladığı resmi çizmeye başlar. Tam o sırada hasta arkadaşının sesini işitir. Johnsy pencereden dışarı bakıyor ve kendi kendine sayıyordur. On iki, on bir, on, dokuz.... Sue hayretle dışarı bakar. Sayılacak ne var ki? Der. Sonra tuğlaların duvarına kadar tırmanmış yaşlı frenk asmasına takılır gözleri. Sorar:
- Ne var? Ne sayıyorsun sen?
Johnsy fısıltı halinde mırıldanır.. altı, yedi, sekiz... Hâlâ düşüyorlar. Üç gün önce neredeyse yüz taneydiler. Şimdi topu topu beş tane kaldı Sue..!
Sue arkadaşını anlamaya çalışır:
- Beş tane de neymiş söyler misin?
Johnsy‘ un cevabı şudur:
- Yapraklar, frenk asmasının yaprakları... Sonuncusu da düşünce ben öleceğim. Şimdi onu bekliyorum.
Sue buna bir anlam veremez. Frenk asmasının yapraklarıyla senin ölmen veya iyileşmen arasında ne gibi bir ilişki olabilir ki diyerek hayretini dile getirir.
Oysa Johnsy inanmıştır ve bu inancı onun hem bedenini hem de ruhunu etkilemektedir. Aynı sözleri yineler:
- İşte biri daha düşüyor, çorba falan istemiyorum, sürem kısa, geride birkaç yaprak kaldı. Hava kararmadan son yaprağın düştüğünü görmek istiyorum sonra yavaş yavaş ben de bu bedeni terk edeceğim...
Sue onu uyuması için teşvik eder. Arkadaşının yaşadıkları ona acı vermektedir. Sonra aşağı kata yaşlı bir ressam olan Behrman‘ın yanına iner. Ondan yeni çizeceği çalışma için modellik yapması için yardım ister. Bu arada arkadaşı Johnsy ızdırabını, frenk üzümünün yapraklarıyla kurduğu yaşam ilişkisini de anlatır. Yaşlı adam şaşkınlığını şu cümlelerle dile getirir:
- Asma yapraklarının dökülmesi sebebiyle ölecek kadar aptal insanlar da var mı dünyada?
Başı önüne eğik bir süre düşünür. Sonra ressam Behrman, Sue ile beraber yukarda hasta yatmakta olan hasta johns‘un yanına gelirler. O hâlâ uyuyordur. Sue yaşlı ressamla beraber asma yapraklarını seyreder.
Ertesi gün Sue uyandığında arkadaşının kendi kendine konuştuğunu işitir.
Johnsy yine asma yapraklarına bakmaktadır. Gece boyunca şiddetli yağmur yağmış, rüzgar esmiş ve bütün yapraklar düşmüştür. Ancak biri duvara tutunmuş ve johns‘a umut aşılamaktadır.
Hâlâ düşmedi der Johnsy. Hepsi düştü bir tek bu kaldı. Ama bu gece mutlaka düşer ve ben de bu dünyadan uçup giderim. Bir gün sonra Johnsy yaprağı seyreder ve:
- Düşmüyor! O yaşıyor! Ben de onunla yaşayacağım...
- Çorbamı getir Sue..!
Akşamüstü doktor gelir;
- İyiye gidiyor, sanırım siz kazanacaksınız, der.
- Ancak aşağı katta Behrman adında yaşlı bir ressam var, maalesef ölmek üzere..
Sue bu cümleleri duyanca beyninden vurulmuşa döner.
Ertesi gün yaşlı ressam ölür. Gözleri dolu doludur Sue‘nin. Zor bir savaşın ardından iyileşme emareleri gösteren arkadaşına, kendisinin fark ettiği gerçeği söyler:
- johnsy! Ressam, yaşlı Behrman öldü! Şimdi şu sallanan son yaprağa tekrar bakmanı istiyorum. Rüzgâr estiğinde yerinden hiç oynamıyor, kıpırdamıyor. Bu ressam Behrman‘ın son şah eseri. İnandığın şeyin seni yönlendireceğini düşünüp, son yaprak yere düştüğü gece kendi fırçasıyla duvara bir yaprak resmi çizmişti.
- Ve o yaprak düşmüyor johnsy anladın mı?....
- Düşmüyor..!