Cannes’dan ödüllerle dönen İspanyol yönetmen Pedro Almodovar’ın Acı ve Zafer’i önümüzdeki yılın uluslararası film kategorisinde Oscar adayları arasındaki yerini aldı.
Türkiye’de Film Ekimi kapsamında ilk gösterimlerinin ardından vizyonda seyirciyle buluşan filmin güçlü bir anlatımı var.
Antonio Banderas’ın büyük ustalıkla canlandırdığı Salvador Mallo karakteri, yaşlanmış ve yalnızlaşmış ünlü bir yönetmendir.
Fiziksel ve ruhsal kondisyonu son yıllarda film çekmesine engel olmaktadır.
Oysa sinema Salvador’un hayatının merkezidir ve sinema yapmadan yaşamasına olanak yoktur.
Kurguyla harmanlanmış olsa da otobiyografik öğelerin çokça ön plana çıktığı film, yönetmen koltuğundaki Pedro Almodovar’ın adeta kendi hayatına tuttuğu bir ayna.
Almodovar bunu özellikle de çocukluğuna dair kesitler kullanarak yapıyor çünkü hatıralar da yaşamın birer aynası.
Günümüzle geçmiş arasında gidip gelen film iki karşıtlık olarak gençlik ve yaşlılık kavramları üzerinde yoğunlaşıyor.
Canlı renklerin ve objelerin kullanıldığı sahneler ise hem Almodovar’ın bir imzası hem de bu karşıtlığın görsel anlamdaki çarpıcı bir yansıması gibi.
Salvador’un hikayesi yavaş yavaş değişiyor
Acı ve Zafer, geçip giden zamanın içinde kaybolan ‘yaratmak’ arzusunu anlatırken kendini de baştan yaratan bir film.
Başarılarla dolu kariyerini artık geride bırakmış bir yönetmenin durgunluk dönemi anlatısı gibi başlasa da, tesadüfler ve yeniden karşılaşmalarla Salvador’un hikayesi yavaş yavaş değişiyor.
Çocukluk ve ilk gençliğini Franco İspanya’sında geçiren 70 yaşındaki yönetmenin çağın üzerinde yarattığı baskılara karşıt şekillenmiş ‘bağımsız’ kimliği bu filmde de kendini gösteriyor.
Diyalog bağlamında özellikle dönemine uygun karakterize edilmiş Katolik bir kadın olan Salvador’un annesi Jacinta ile hesaplaşması önemli.
Bu diyaloglar izleyiciye yönetmenin zaman içindeki başkalaşımının ve kendine özgü sinema dilini nasıl oluşturduğunun da ipuçlarını veriyor.
Bir hatırlayış ve itiraf filmi
Almodovar, Salvador’u yani kendini en savunmasız yerlerinden tutup perdenin önüne bırakıyor.
Üstelik bunu öyle bir içgörüyle yapıyor ki samimiyetinden kuşku duymuyorsunuz.
Acı ve Zafer bir hatırlayış ve itiraf filmi.
Yok olan arzularının etrafında dolaşan yönetmen yeniden yaratmak için ihtiyaç duyduğu bağlantıyı sonunda buluyor.
Anlıyoruz ki; bazen çok önemli bir bağlantı ancak yıllar sonra ve tesadüf eseri kurulabilir.