12 Haziran 2007’de Ümraniye’de bir gecekonduda 27 adet el bombasını, elleriyle koymuş gibi bulmalarıyla başladı her şey...
Sepete iki çürük elma koydular, yüzlerce pırıl pırıl insanın itibarıyla vicdansızca ve arsızca oynadılar.
Tırnakları bile olamayacakları onlarca değerli insanı kahrından öldürerek, seri cinayetlere imza attılar.
‘Kumpas’ olduğu apaçık belli olan bu vahşi kıyıma karşı çıkanları da her zamanki gibi ‘Darbeci’ diye yaftaladılar. (Sayın okur burada zorunlu olarak şöyle bir not düşmek istiyorum: O dönemler konjonktür gereği demokrasi tramvayına binildiği için, ‘hain’ kelimesi henüz literatürde tedavüle sokulmamıştı.
İner inmez, zaten güzide kelimemiz altın çağını yaşadı.)
Dönemin Başbakanı Erdoğan, kendisini millet adına bu davanın savcısı ilan etti
Dönemin Başbakan Danışmanı Akdoğan bu dava için “Sadece bir zihniyetten hesap sorulmamış, aynı zamanda bu anlayış yargı yoluyla tasfiye edilmiştir” dedi.
Evet doğru! Bir zihin, başka emellerin temelini sağlamlaştırmak için tasfiye edildi.
İşlem bitince öküz öldü. Haliyle, taşerona ‘Haddini bil’ ayarı çekilerek ortalık da bitirildi. Dünün canciğer kuzu sarmaları bugün kanlı bıçaklı düşman oldu.
Başından beri kumpas olduğu apaçık belli olan davanın günahı, saf ayağına yatıp ‘Bizi kandırdılar’ denilerek, ortaklıktan aforoz edilen hayaletlere ihale edildi.
9 yıllık Ergenekon davası da geçen perşembe tümüyle bitti. Sanıkların hepsi beraat etti.
Dün aynı davaya ‘Darbecilere müebbet’ diye manşet atan basının yandaşı, bugün hiç utanıp sıkılmadan aynı dava için ‘Yargıtay kumpası bozdu’ diye başlık atabildi.
İşte tüm bu günahlar işlenirken, Allah, din, kitabı ağzından düşürmeyenlerin hepsi oradaydı!
Bu arada Ümraniye’deki o gecekondu da kebapçı oldu.
Olanı biteni aklınızı geçtim mideniz alıyor, yutabiliyorsanız şayet... Ne diyeyim afiyet olsun!
BAŞIMIZ SAĞOLSUN
Ergenekon davasıyla gördük ki; hedefleri için hiç düşünmeden insan harcayıp, üstüne insanlık dersi verecek kadar ahlaksızlar varmış aramızda.
Ergenekon davasıyla gördük ki; adalet, kim nasıl isterse öyle tecelli buluyormuş bu topraklarda.
Ergenekon davasıyla gördük ki; utanma duygusundan muaf insanlar da yaşıyormuş, şu hayatta.
Ne güzel demiş ünlü bir düşünür; ‘Adaletin olmadığı yerde ahlak da olmaz.’ Hepimizin başı sağolsun...
NOBEL'İ BİLMEM AMA...
Daha düne kadar empati kurmamız istenen ‘öfkeli çocuklar’, daha düne kadar savaş yaralarına pansuman yaptırdıkları ülkeye ölüm saçıyor.
Üzerine bomba yağan Kilis halkı “Ölüyoruz. Devlet nerede?” diye isyan ediyor. Devlet de nihayet bu sese kulak verip yüzünü halkına gösterdi.
Kentte, ölüme isyan etmeyi 30 gün yasakladı.
Bu arada ölüm korkusunun kabus gibi çöktüğü kentin sokaklarında ise ‘Kilis’in nüfusu 90 bin, 120 bin Suriyeli misafiri ağırlıyor.
Kilis Nobel’i hak etti” afişleri parlıyor. Nobel’i bilmem ama bildiğim bir şey var: Türkiye bu yaşadıklarını asla hak etmiyor!
Dürbün yok mu dürbün?
Kilis’te son 4 ayda 15 kişi hayatını kaybetti. Niye? Devlet’e ait Anadolu Ajansı’na (AA) göre; kente düşen roketler yüzünden.
Peki nasıl düşüyor bu roketler?
Dünya ajansı olma iddiasındaki AA’dan bunu öğrenme şansınız şimdilik yok. En azından son 4 ayda atılan 40 roket haberinde olmadı.
Öğrenebildiğiniz tek şey; roketlerin Suriye’den ‘düştüğü’. AA, haberlerinde ısrarla ‘atıldı’ başlığını da kullanmıyor. Sanırsın ki 40 roket kazayla tepemize indi, 15 insan kazayla öldü.
Vatandaş, sadece AA’yı ve tek kaynak olarak onu kullanan gazeteleri takip ediyorsa şayet: Zamanla Kilis’te olanın bitenin fantastik bir doğa afeti olduğuna ikna olabilir.
Bildiğim kadarıyla AA, savaş muhabirliği konusunda uzun zamandır eğitim veriyor. Savaş ve doğal afetler için özel eğitim almamış, sertifikası olmayan habercileri bu bölgelere göndermiyor.
Acaba diyorum: AA karıştırıp savaş eğitimi yerine doğal afet eğitimi alanları mı bölgeye gönderdi de, haberler bu dille yazılıyor. Çünkü roketleri, burnumuzun dibindeki IŞİD’in ülkemize salladığı, dürbünle bir baksan görülüyor.
23 Nisan’ımız kutlu olsun
14 yaşındaki Berkin Elvan 11 Mart 2014’te polisin attığı gaz fişeğiyle öldü. Faili hala meçhul!
Çocukları ölen devletlerin geleceği olmaz.
Çocukları ağlatan ülkelerin yüzü gülmez.
Çocukları korumayı beceremeyen
vatanı da koruyamaz.
Geleceğimize kıymayın hanımlar beyler...
Özgüven patlaması
Bu ülkenin başına 14 yılda gelmeyen felaket kalmadı, bir Allah’ın kulu da çıkıp ‘Bu iş benim sorumluluk alanımda. Halkıma saygımdan istifa ediyorum’ cümlesini kurmadı.
Zaten işin kolayı da bulundu. Uyarsa ‘paralel’e uymazsa ‘ellere’ mevzuyu havale ediyoruz, böylece geçinip gidiyoruz.
Üstüne bir de damardan mağduriyet edebiyatı. Mis...
Ne yalan söyleyeyim, bu manzarayı görünce kendimi zar zor idare eden ben bile, ‘Ulan ne var, ben de ülke yönetirim’ diye özgüven patlaması yaşıyorum.
Hatta kendime verdiğim gazla şu aralar dünya lideri olma hayalleri bile kuruyorum.
Evet, özgüven patlamasında, insanın aklını imha etme riski yüksektir. Ama sonunu düşünen de ‘kahraman’ olamaz di mi ya...
Baş belası
Küçükçekmece’de Kadir E., nişanlısı Hülya B.’yi dövüyor. Karakola sığınan genç kadın adamdan şikayetçi oluyor.
Adam karakola geliyor, nişanlısı için “Cumhurbaşkanı’na hakaret etti, ben de ittim’ diyor. Bunun üzerine mağdur kadının ifadesi alınıyor.
Çünkü rezil herif o kadar emin ki, bu ülkede birinin başını belaya sokmak istiyorsan en etkili yöntem bu.
Vatandaşın karşısına, jet hızıyla koca devleti çıkartıyorsun, daha ne olsun. Uğraş dur.
İşin başka bir boyutu daha var: İfadeyi alan polisler adım gibi eminim ki; adamın niyetinin gayet farkındalar. Ancak yapacakları bir şey yok.
Çünkü şahsa bunu söyledikten sonra şayet işlem yapmazlarsa, bir de bakmışlar ki, paralel evrene çoktan ışınlanmışlar.
Antakya’da M.Ö 3. yüzyıla ait, üzerinde Grekçe ‘Neşeli ol hayatını yaşa’ yazan bir mozaik bulundu. Bu keşif ilaç gibi geldi.
Sanki, gün ışığına çıkmak için bu kötü zamanları beklemişler, bize binlerce yıl öncesinden ‘umut vermek’ için bu mesajı göndermişler.
Tamam abartıyor olabilirim. Ama gördünüz mü; bu topraklarda sadece ölmeyi kutsayanlar yaşamıyormuş.
Neşeyi insana salık veren, hayatı yaşamayı düstur belleyenler de yaşamış bu topraklarda. Enseyi karartmayalım. Bizim toprakların mayası hayli sağlam.
Balıklarla ilgili bir bilgi notu
Ensar Vakfı ve KAİMDER’e ait yurtlarda çalışırken, buralarda kalan çocuklara tecavüz eden öğretmen ilk duruşmasına çıktı. 508 yıl hapis aldı.
‘Bir kerecikten bir şey olmaz’ kafalarının yetkin olmasa da etkin olduğu memleketimizde davanın hız seyrinden anlaşılacağı üzere, olay kapansın telaşı var. Niye?
Çünkü; millete ‘pirüpak’ diye yıllardır pazarladıkları ürün çürük çıktı.
Telaşlarından anlaşılan o ki; ‘balık hafızalı toplum’ mitine fazlasıyla güveniyorlar. Ama yanılıyorlar: Balıkların hafızası öyle 3-5 saniye falan değil.
Ciddi hafıza kapasitesine sahipler. Ha bir de; koku hafızaları çok yüksek.
Pisliğin kokusunu aldılar mı asla o yeri unutmuyorlar. Bilginiz olsun da sazan durumuna düşmeyin.
‘Yetmez ama evet’ diye sokaklara çıkıp ‘büyük demokrasi hareketini’ heyecanla destekleyen ‘aydınlar’, sayısız ifade ve basın özgürlüğü davalarına gide gele ‘Evet ama yetmez’ demeyi öğrenmişler nihayet!
Bu büyük bir aydınlanma... Tebrikler!