Bağdat Caddesi’nde genç bir kadın tecavüze uğradı. Arkasından yaşananlar olayın kendisi kadar iğrençti! Yolda görsek insan sanacağımız birileri, böylesi bir dehşet karşısında üzülmek, kahrolmak, utanmak yerine ‘Gece 3’te sokakta ne işi varmış o kızın’ diye sorgu suale başladı! Adına ‘Ahlak’ dediği ahlaksızlık, ‘Namus’ dediği namussuzlukla...
Ağır mı oldu? Hayır! İnsanlık fıtratında; tecavüz edileni yargılayan fıtrat ‘potansiyel tecavüzcü’ üretir.
Beyninin yerinde başka bir uzuv taşıyana da takdir edersiniz ki; insanca muamele yapmak gereksizdir!
Kadına sorulacak tek soru
Yargısı
Öldürüldüğünde, neden öldürüldüğünü sorgulayıp cinayetini meşrulaştıran. Katledildiğinde, katiline kravattan ‘Saygın tutum indirimi’ yapan...
Siyasisi
‘Kadın-erkek eşitliği fıtrata aykırı’ diyen. ‘İffetli kadın kahkaha atmaz’ diye buyuran. ‘Tecavüzcü kürtaj yaptıran tecavüz kurbanından daha masumdur’ diye utanmadan konuşan...
Bakanı
‘Kadına şiddet yok, algıda seçicilik var’ açıklaması yapan... Ve 30 günde 11 kadının öldürüldüğü ülkede bir kadına sorulabilecek tek soru vardır:
“Hayatta kalmayı nasıl başarıyorsunuz?”
Atanamayan demokrasi
Medyaya ‘Geleneksel Aile Kriteri’ geliyormuş. Yani, Türk Tipi Başkanlık Sistemi, Türk Tipi Anayasa’dan sonra şimdi de karşımızda Türk Tipi Aile Kriteri... Bu kriterler kime göre, neye göre belirleniyor? Yanıt hazır: Türk’e göre... Her şey soyut! Somut olan tek şey; birilerinin doğrularının paket program halinde hayatlarımıza atandığı!
Kazara ‘Kardeşim, benim kriterim bu değil’ falan dersen de hapı yuttun. Anında ‘Ahlaksız’ ilan edildin, bitti gitti. Koskoca ülke, kanunla değil ‘mahalle baskısıyla’ yönetiliyor. Oldu olacak parlamentoya da muhtarlar otursun. Anlayacağınız; yıl olmuş 2016, ülkede demokrasi hâlâ atama sırası bekliyor!
Mesela...
2015 Cannes Film Festivali’nde büyük övgü alan ‘Carol’, Oscar’a da 6 dalda aday. Todd Haynes gerçekten, bir nefeste izlenecek aşk filmi çekmiş.
Gerçek aşkın insanı nasıl özgürleştirebildiğini büyülü bir dille anlatmış. Mesela; bu sanat eseri birilerinin ‘Geleneksel Aile Kriteri’ eleğinden geçip TV’lerimizde oynatılabilir mi? Çünkü, bu sanat eseri iki kadının aşkını anlatıyor da.
Kadıköy gettosu
2014’de ‘Yeni Türkiye’de adını Kadıköy diye koyduğum bir gettom var artık, ona sığındım’ diye yazmıştım. Aradan geçen iki yılda gördüm ki; Kadıköy, benim gibi birçok kişinin nefes almak için sığındığı yer oldu. İlçede son iki yılda yaşanan kafe patlaması ve ev-dükkan kiralarının fırlaması bunun işaretlerinden. Cuma ve cumartesileri Kadıköy’de dışarı çıktığınızda göreceğiniz manzara Beyoğlu ve Cihangir’in eski halini hatırlatır. O yüzden, bu neşeli kalabalığa ne zaman baksam ötekileştirilen içim acır.
Tutarsızlığın istikrarı
14 yıldır iktidardasınız...
Ve 14 yıldır; ne kadar büyüdüğümüzü, refahımızın ne kadar arttığını, demokrasimizin ne kadar ilerlediğini, ne kadar güçlendiğimizi anlatıyorsunuz. Biz de efendi efendi dinliyoruz.
Şimdi de diyorsunuz ki;
“Böyle olmuyor, işler yürümüyor!”
İlerleme için, demokrasi için, güçlenmek için şu için bu için vs...
İlla ‘Başkanlık Sistemi’ şart! Hatta bu tutkuyla köpüklü kahvenin formülünü de başkanlığa bağlamanız an meselesi! İyi de, bunların hepsinin memlekette mevcut olduğunu söyleyen sizdiniz.
Bunların olmadığını söyleyenlere saydıran da sizdiniz!
Şimdi ne oldu? Biz masal gibi bir Yeni Türkiye’de yaşadığımızı sanarken, aslında hiç gün yüzü görmemiş miyiz yani? Günde ortalama 7 saat uyuduğumuzu sanarken, aslında 17 saat de ayakta mı uyutulmuşuz peki?
‘İstikrar için Başkanlık Sistemi’ diyorsunuz ya hani? Vallahi hiç gerek yok! Göründüğü gibi, istikrar için az buçuk tutarlı olunsun yeter...
Bende Başkanlık’a ‘Evet’ derim...
Hiper demokratik sistem Başkanlık olsa;
-Ali İsmail ölmez, polis destan yazdı diye alkışlanmaz mıydı?
-14 yaşındaki Berkin vurulmaz, annesi yuhalatılmaz mıydı?
-Soma’da 301 işçi fıtrattan ölmez miydi?
-Yusuf Yerkel şevkle madenci tekmelemez, ‘İsrail dölü’ diye vatandaş tokatlanmaz mıydı?
-Millet biber gazına boğulmaz, TOMA ile sulanmaz mıydı?
-Yazılan kitaba ‘Bomba’, yapılan habere ‘Casusluk’ denmez miydi?
-Yüzlerce masum insan hapse tıkılıp, hayatları alt üst edilmez miydi?
-Muhalifler sabah akşam ‘Vatan haini’ ilan edilmez miydi?
-IŞİD roketi anaokula dalmaz, başkentimizin göbeğinde patlayan bomba canlarımızı almaz mıydı?
-Bunca fakir fukaranın evladı şehit olmaz, minicik yavrular evlerinde vurulmaz mıydı?
-Milyarlık saray yapılan ülkemde, garibanın düzgün bir ev için oğlunun şehit olmasına gerek kalmaz mıydı?
İyi öyleyse tamam, ‘Başkanlık Sistemi’ne ben de ‘Evet’ diyorum...
Tarihe geçmek
Savcı, Can Dündar ve Erdem Gül için bir kez ağırlaştırılmış müebbet, bir kez müebbet ve 30 yıla kadar hapis istedi. İddianamede ‘Dündar ve Can, ‘Gülen örgütüne bilerek, isteyerek yardım etti’ dedi. Savcı Bey sanırım yargıdaki yoğunluktan, ‘Ne istediler de vermedik’ cümlesini kimin söylediğini karıştırdı. İki gazeteci tarihe geçecek geçmesine ama savcı beyin bu iddianameyle tarihteki yeri daha sağlam.
'Fransız kalmak' ne demek öğrendim
Fransa Adalet Bakanı Christiane Taubira, hükümetin terörizmle mücadele yöntemlerini yanlış bulup istifa etti. Bir Türk olarak tabii ki çok şaşırdım. Koskoca bakanlık koltuğunu insan niye bırakır? Karşı çıktığı şey de; ‘terörizm suçundan hüküm giymişlerin vatandaşlıktan çıkartılması’ önerisiymiş. Biz de bir bakan buna karşı çıksa (olmaz da), 7 sülalesi linç edilir. Şaşkınlığım bununla da kalmadı. Kadın istifayı verdi, bisikletine bindi gitti.
Liberattion da bakanı ertesi gün böyle manşetine taşımıştı.
Yanlış duymadınız bisiklet! Zırhlı zırhsız afilli bir arabayla değil. Daha birkaç ay önce IŞİD’in katliam yaptığı ülkenin adalet bakanı bu bahsettiğimiz kişi. Ben olaya Türk gibi bakıp tabii ki Fransız kaldım.