İsteselerdi tam ‘bedelli’ askerlik yaparlardı. Seçimi kendileri yapmış ve ‘ömre bedel’ olanı tercih etmişlerdi. İçlerinde değil bir, iki, üç savaşa katılanlar da vardı. Savaşlara ayrıca esaret hayatını da eklemişlerdi. Ne tezkere, ne nişan ne de bir takdirname idi bekledikleri. Birliğe teslim olmak için ‘celp’ çıkarılmasını beklemezlerdi. Parça parça olmuş kaputları, delik postalları ve varsa fişeklikleri, evin bir köşesinde zaten ‘bir gün lazım olur’ diye durmaktaydı.
[[HAFTAYA]]
Ev efradı maşrapa ile uğurlamaya çıkar, sağ salim ve çabuk dönmeleri için dualarla su dökerlerdi. Balkan Savaşı ve sonrasındaki nice mücadelede ağaç kabukları ile yaprakların oluşturduğu çorba kazanına kepçe uzatmak, yemin billah söylenti değil, gerçekti. Sadece seferberliğin, barışın ya da tek bir harbin askeri değillerdi. Bütün savaşları ‘Harb-i Umumi’ olarak telakki eden, apoletli ya da apoletsiz bu bazı askerlerin, bilin ki çürük raporları da olmamıştır, mezarları da.
EN BÜYÜK KOMİTACI: FUAT BEY
Fuat Bey (Balkan) Edirne’ye tayin edildiğinde askeri okulun eskrim (kılıç) hocasıydı. 3l Mart vakasıyla İstanbul’a gelen Hareket Ordusu’nda yer almış, Beşiktaş kulübünün kurucuları arasına girmişti. 1908’den itibaren devletin emrini yerine getirecekti. Filistin ve Gazze cephelerinin mümtaz askerleri arasında yer almış, Drama’da milis komutanı iken padişahın takdirnamesini kazanmıştı. Sadece Atatürk, Fevzi Çakmak ve İsmet İnönü’nün bilgisi altında üniformasını çıkarıp, Balkanlara sivil olarak hareket etmişti. Garb-ı Trakya Hükümeti’nin komutanlığını yapan bir gerillaydı. Türk askeri tarihinde en büyük komitacı (eylemci, militan) kabul edilmişti. Yanında da gönüllü olarak daha sonra yazmak üzere isimleri bizde saklı üç Beşiktaşlı sporcu yer alıyordu. Ülkesine asteğmen olarak hizmete başlamıştı. Çoğu zaman komitacı giysisiyle yaşadığından üniformasını pek taşıyamamıştı. 33 sene hesabı ile binbaşı rütbesi ile emekli olmuştu. Onun deyişi ile ‘askerlikten değil, muvazzaflıktan emekli’ idi. Anlayacağınız ‘hadi’ deseler yine kalkıp gidecekti.
MEHMET SADIK’IN BEDELİ
Bulgaristan’ın Şumnu şehrinde doğan, Balkanlar’ın ünlü eşkıyası İnce Kaptan’ın torunu Stoyan’a ne demeli? Bulgar Harp Akademisi’nde okumuş, Osmanlılar’a karşı savaşan ünlü bir milis olmuştu. Serez Ovası’nda komitacı iken Yüzbaşı Ahmet tarafından yakalanmıştı. Bundan sonrasında Stoyan değil, Mehmet Sadık olarak tanınacaktı (1901). Müslümanlığı seçmiş ve Ethem Paşa’nın manevi oğlu olmuştu. Osmanlı devletine hizmetinden sonra Kuvay-ı Milliye’ye katılmış, Yozgat ve Adapazarı’nda çarpışmıştı. İnönü’nün ‘Baba Sadık’ dediği bu milis yüzbaşı, ordu saflarında çarpışan paralı asker hiç olmadı. Savaş sonrası Üsküdar Başkomiserliği’ne atanmış ancak bir süre sonra vazifesine gidemez olmuştu. Siperden sipere koşan ‘Bulgar Sadık’ yürümekten acizdi artık. Dağdan dağa, cepheden cepheye yürümekten ayakları kangren olmuştu. ‘ömre bedel’ askerlik yapmıştı. ama yine de mutluydu ve şakadan değil, inanarak söylüyordu: “Cevizden mamul, çok sağlam ve gayet şık bir bastonum var... Artık düşmem.”
OSMANLI ASKERİ GÜCÜ
Osman Bey’in döneminde beyliğin tüm eli silah tutanları süvari kuvvet olarak muharebe ve akın hizmetlerinde yer almışlardı. Zaman içinde sadece süvari kuvvetlerinin yetmeyeceği anlaşılınca, muvazzaf daimi bir yaya (piyade) kuvveti teşkil edilmişti. Orhan Bey döneminde süvariler muvazzaf ve daimi hale getirilmiş, böylece Osmanlılar’da ilk defa askeri kuvvetlerle beyliğin kuvvetleri birbirinden ayrılmıştı. Böylece kuruluştan itibaren 167 defa harp eden ve bunun sadece 26’sını kazanamayan Osmanlı Türk ordusunun temeli bu muvazzaf ordu olmuştu. Orhan Bey’in kurduğu bu orduda, piyade bölümü yaya, süvari kısmı da ‘müsellem’ adını almıştı. Bunlar sefer sırasında 2 akçe yevmiye alırlardı ve sulh zamanında kendilerine tahsis edilen arazide çiftçilikle uğraşırlardı. Askeri hizmetlerine karşılık olarak her türlü vergiden muaf tutulurlardı. Müsellemler nizam altına alınmış ve biner kişilik birliklere bölünmüşlerdi. Sefer zamanı tek tip giyinirlerdi. Silahları ok, yay, kılıç, kalkan, mızrak ve topuzdu. 1. Murat döneminde genişleme ile bunun da yeterli olmadığı görülecek ve harp esirlerinden faydalanma yoluna gidilecekti. Maaşlı ve daimi bir ordu düşüncesi ile ‘Acemi Ocağı’nı, Çandarlı Kara Halil ile Molla Rüstem ortaya atmıştı. 1. Murat ele geçirilen esirlerin beşte birini şeri kanunlara göre devlet hissesi olarak alacak ve ileride askerlik hizmetine sokacaktı. Böylece ‘Pençik Kanunu’ uygulanmaya başlandı. Bu kelime Farsça’da beşte bir manasına gelen ‘penc-ü yek’ sözünden bozmadır. Esirler ilk zamanlar Lapseki, Çardak ve Gelibolu arasındaki atlı grupları nakleden gemilerde birer akçe yevmiye ile çalıştırılacaklar, 5 yıllık hizmet sonunda iki akçe yevmiye ile asker edilip sefere gönderileceklerdi.
İHTİYAÇ ARTINCA
Devletin büyümesi ile asker ihtiyacının artması bu usulün yerini, ‘devşirme’ye bırakacaktı. Çelebi Mehmet (1413-1421) döneminde uygulanmaya başlanan ve oğlu II.Murat döneminde (1421-1451) kanunlaşan yeni sistem ‘devşirme’ olmuştu. Kanun uyarınca Osmanlı tebaasındaki gayrimüslimlerin elverişli çocukları askere alınmaya başlanmış, Yeniçeri ağası tarafından arz edilen ihtiyaca göre bu devşirme 3, 5 veya 7 yılda bir yapılmıştı. Devşirmede son derece titiz davranılıyordu. Boşnak, Arnavut, Rum, Bulgar, Sırp Hırvat gibi unsurlar arasındaki uygulamada Enderun sistemi ile devlet mevkiinde sadrazamlık dahil en üst makama yükselenler görülmüştü. Osmanlıda son devşirme tarihi 1751 olmuştu. Cumhuriyet döneminde Ordunun yeniden kurulması ile askerlik yeni bir çehreye bürünmüştü. İkinci Dünya Savaşı döneminde ordu süratle modern hale gelmiş,olası bir savaşa hazırlık safhasında kadınlar sadece ilk yardım değil çeşitli savaş birimlerinde eğitime tabi tutulmuştu. Kadınlarımız yakın dönemde ise erkeklerle birlikte deniz kara,hava ve jandarmada görev ve rütbe almak hakkına sahip olacaklardı. Deniz Kuvvetleri’nde fazla olan askerlik süresi diğer sınıflarla eşit hale gelecek ve öğrenim görenlere de yedek subaylıklarını öğretmen olarak yapmalarına olanak verilecekti.
OSMANLI’DA YABANCILAR
Osmanlı Devleti’nde son dönemi dikkate alırsak çok sayıda yabancı subayın uzman, askeri danışman hatta kumanda mevkilerinde yer aldığını görürüz. Jandarma, deniz, hava, kara, kısaca askeri gücün her alanında faaliyette bulunan bu yabancıların, özellikle Birinci Dünya Savaşı’nda daha çok Alman ve Avusturyalılar’dan müteşekkildi. Önceki dönemi de dikkate alırsak bu yabancıların içinde İngiliz, Fransız ve İtalyanlar da bulunuyordu. 1900’lü yılların başlarında 11 Avusturyalı, 10 Rus, 10 Fransız, 10 İtalyan ve 6 İngiliz askeri uzman Osmanlı Devleti’nde hizmet veriyordu. Subaylar toplu olarak belli bir alanda görev yapmıyor ayrı ayrı yerlerde çalışıyorlardı. Selanik’te Rus generali Şoştak vardı. Serez jandarmalarının başında ise Fransız General Fullon bulunuyordu. Yabancı yönetimindeki jandarmanın başına İtalyan general Jeorgi ile General Rubilan geçmişti. Kosova’da Avusturyalılar’ı, Drama’da İngilizler’i, Manastır’da ise İtalyan uzmanları görmek mümkündü. Daha önce gelen yabancılar da dikkate alındığında Rumeli’deki yabancı subay sayısı 60’a yükselmişti.
1915’te Alman binbaşı Polka, dağcılık için gerekli teçhizatın yapılmasına başlamak üzere İstanbul’da bir imalathane açmış ve l915-16 kışında Erzincan’da bir dağ taburunun kuruluşuna adım atılması planlanmıştı. Fakat ne var ki, tabur planda kalacak ve dağa çıkamayacaktı. Tayyareci, otomobilci ve telgrafçı yetiştirmek için 1916 da 3. Ordu’daki çalışmalara Alman binbaşı Polka nezaret ediyordu. Doktor yüzbaşı Picman ise, Viyana’dan Erzurum’a keşif kolları yetiştirmek için getirilmişti. 1917’de 2 Avusturyalı subay, Suşehri Topçu Okulu’nda ‘yeni dağ topları’ hakkında ordumuzu bilgilendirmek için kurslar düzenliyordu. Osmanlı Devleti’nde ittifak kumandanları arasında şu isimleri de görmek mümkündü: Liman von Sanders Paşa, Golç Paşa, Amiral Usedom Paşa (Alman müfrezeleri ve Boğazlar Genel Komutanı), Amiral Marten (Çanakkale Deniz Komutanı) Amiral Uşon, Guhr Paşa, General Leymann, General Falkenhayn, Albay Bronzard (Enver Paşa’nın müşaviri), Albay Stange, Binbaşı Lange (10.Kolordu Erkanı Harp Reisi), Albay Scheneder, Albay Böhme, Binbaşı Von Kress, Binbaşı Verner. Sadece donanmada ki yabancı Alman subayı sayısı 140 a ulaşmıştı. Tüm yabancıların Osmanlı’ya hizmet için bedavaya gelmediklerini paranın dışında ayrıca paşalığa ve nişana boğulduklarını biliyoruz. Bu da askerliğin başka bir ‘ömre bedel’i oluyor.
CEMAL PAŞA AFGAN ORDUSU’NDA
Cemal Paşa, tam adıyla Ahmet Cemal 1872’de İstanbul’da doğmuştu. Erzurumlu bir memurun oğluydu ve 1884’te kurmay olmuştu. Aydın bir subay olarak Rumeli’de görev aldığı sırada İttihat ve Terakki ile tanışacaktı. 1908’de İstanbul’a gelen İttihat Terakki’nin 8 kişilik heyetinde yer almış ve 31 Mart hareketinin bastırılmasında rol oynamıştı. Hareket Ordusu Menzil Müfettişi’ydi. Paşayı Üsküdar’da mutasarrıf, Bağdat’ta vali olarak görmek mümkündür. Balkan Savaşı’na da katılmış ve İstanbul Muhafızlığı da yapmıştı. Sivil yönetime ilk adım atışı Nafia Nazırlığıdır (Bayındırlık Bakanlığı). Suriye ve Hicaz’ı kapsayan Dördüncü Ordu Komutanlığı da en önemli görevleri arasında yer almıştı. Enver ve Talat paşalarla yol ayrımı söz konusu olduğunda yurt dışındaki seçimini Afganistan’dan yana kullanmıştı. Birinci Dünya savaşının kudretli ve ocaktan gelen kumandanı ve nazırı, bitmiş bir ülke savaşından sonra bu defa kendi savaşını başlatacaktır. 1920’de orduyu ıslah etmek için Afganistan’a gidecektir. Kabil’de ne ittifak devletleri, ne Almanlar, ne Araplar ne de Enver ile Talat paşalar vardır. Ama Afganistan’da İngiltere’nin de olduğunu görecektir. Afganistan ise ordusunu daha çok İngiltere’ye karşı Cemal Paşa gözetiminde hazırlamaktadır. Yanında da yardımcılığını yapan seçkin silah arkadaşları vardır. Tümü Afgan pasaportuna sahiptir. Cemal Paşa da ismi yerine kral Emanullah’ın verdiği, ‘Serdar Ahmet Cemal Han’ unvanını kullanır. İngiltere ilk zamanlar paşanın çalışmalarını üniformasını özleyen eski bir askerin davranışı olarak niteleyecektir. Oysa askeri eğitimler kadar, ihtiyaç duyulan silahların temini ve Cemal Paşa’nın yeni birlikler oluşturması (Hecin-deve) İngiltere’yi harekete geçirecektir. Afganistan’daki siyasal ve sivil otorite içinde post kavgası başlatılmış ve buna orduda katılmıştı. Cemal Paşa arada kalmış ve onun mecburi Paris, Berlin ve Rusya yolu böylece başlamıştı. Son durak Tiflis’ti ve bir Ermeni kurşunu ile ecel gelmişti (1922). Osmanlı Ordusu dışında hizmet veren önemli paşalardan biri de Vehip Beydi. Babası Mehmet Emin Efendi’nin belediye başkanı bulunduğu Yanya’da dünyaya gelmişti (1877). Çanakkale’de görev yapan Esat Bulgat Paşa’nın kardeşiydi. Seddülbahir’de grup komutanı ve mirlivadır (tuğgeneral). Habeşistan’da ise imparator Haile Selasiye’ nin askeri danışmanı. Peki bizim asker sınıfından lejyonerlerimiz yok muydu derseniz size Fransız lejyonunda savaşan iki isim verebilirim. Birincisi İzmir Altay Kulübünün eski sembol başkanlarından Rıdvan Burçetin’dir. Diğerine gelince; Fikret Hakan’ın oynadığı Lejyon Dönüşü filmini hatırlayanlar çıkabilir. Sinemaya uyarlanan bu eserin sahibi eğlence dünyamızın renkli isimlerinden lejyoner Hasan Kazankaya idi.
2