Nisan ayı baharın müjdecisi olarak beklenir. Ama son yıllarda ‘soykırım ayı’ olarak geçiyor hayatımızda. Özellikle de, Obama ‘soykırım’ diyecek mi, demeyecek mi diye fal açıyoruz. Dünya kamuoyuna hoş gözükmek için akla hayale gelmeyecek nedenler yaratıyoruz ama hiç biri para etmiyor.
Bu yıl şimdiye kadar olmadık şekilde, Çanakkale Zaferi’nin kutlamasını bile, Ermenilere göre soykırım tarihi olan 24 Nisan’a çektik. Erivan’a alternatif törenler, Barış Zirvesi bile düzenledik. Bakalım dünya Erivan’ı mı, bizi mi tercih edecek diye bekledik.
Putin, ‘Erivan’ dedi. Onu Hollande izledi. Obama, Erivan’a bakan yollarken, bize ‘büyükelçimiz yeter’ dedi. Prens Charles en önemli misafirimizdi. O da nedense bir otelde değil, kendi harp gemisinde yattı.
Soykırım ayı, Papa’nın kazığı ile başladı. Onu Avrupa Parlamentosu izledi. ‘Sen kimsin ya’ dedik ama arkası geldi. Avusturya, Almanya ve son olarak da Rusya ‘soykırım’ dedi. Görünen o ki, bunlara her yıl 3-5 ülke eklenecek ve değerli yalnızlığımız büyüdükçe büyüyecek.
Biliyorsunuz soykırım sözcüğünde, bizim için dünya bir yana, Obama bir yana. 24 Nisan’da hep onun ağzının içine bakarız. Bu yıl da Başbakanımız, ”Türkiye’yi rencide edecek bir açıklama yapmaz” dedi, Cumhurbaşkanımız da, “Ondan böyle bir şeyi duymak istemem” dedi. O da yine “Büyük felaket” deyip geçiştirdi.
İşin garibi ise bu beklenti içinde, biz kendimiz hala ne diyeceğimize karar veremedik. Davutoğlu çıktı, “Tehcir insanlık suçudur” dedi. Efkan Ala çıktı, “Biz tehcir yaptık” dedi. Arınç ise, “Biz bilerek, isteyerek ve kasıtla soykırım yapmadık” deyiverdi.( Ne demekse) Allahaşkına bir karar verin.
Ne diyorsunuz siz ya? Bu ne başıboş, tutarsız bir dış politikadır. Her kafadan farklı bir ses çıkıyor. Bir de bu işin bakanı var. Amerika’da, Türk-Amerikan Kültür Merkezi’ni Erdoğan ve Obama birlikte açacak diye kehanette bulunuyor, hemen cevabını alıyor: “Obama’nın böyle bir angajmanı yoktur” diye.
Yahu bir bakan böyle bir şeyi nasıl uydurur. Ya da bakanlık yetkilileri yazdıkları kağıdı önüne koyup ona nasıl okuturlar. İşte Türkiye’nin hali bu. Yönetenler hem kendilerini, hem de Türkiye’yi yenilgiye götürüyorlar.
Üstelik gelecek nesilleri de mahkum edecek şekilde. İnşallah doğru yolu buluruz. Çünkü yanımızda kimse kalmadı.
CHP’lilere muhtıra...
CHP bu kez işi sıkı tutmuşa benziyor. Bu güne kadar iktidara cevap yetiştiren bir CHP genel başkanı vardı, şimdi iktidar kadroları ona cevap yetiştirmeye çalışıyor. Açıklanan vaatler zinciri, herkesin kafasını karıştırdı.
Bu zincirin bazı halkaları belki AK Parti’nin de kırmızı kitapçığında olacaktı ama, nal toplama durumuna düşmemek için koymadılar sanırım. Ama bilinmez çözüm süreci gibi yolda düşmüş diyerek, meydanlarda eklemeler yapabilirler. Şimdi tek dayanakları “Kaynak nerede?” sorusu. Buna da bırakın CHP’yi, kamuoyu sanal alemde akla hayale gelmedik cevaplar veriyor.
CHP’nin ekonomi kurmayları ise kaynakları, yolsuzluklar, aşırı israf, yandaş besleme gibi sıraladıkça iktidarı bir telaş aldı. Emekliye 2 maaş ikramiye, 1500 lira asgari ücret vaadi sempatiyi katlayınca, Maliye Bakanı bile garip bir açıklama yaptı.
Ne dedi: “Asgari ücreti 1500 liraya çıkartmak çiftçiye zulumdür.” İşte bütün bu telaş içinde, HDP eşbaşkanlarının göze ve kulağa hoş gelen, sempatik tavırlarla açıkladıkları programları da, AK Parti’nin telaşını katladı.
Şimdi AKP oylarından kayma olduğu söylenen MHP’nin gelecek ay açıklayacağı programda gözler. Evet yukarıda CHP bu kez işi sıkı tuttu demiştim. Amerikalı iletişim uzmanlarının önerisi ile seçim kampanyasında görev alacaklar için adeta bir muhtıra niteliğinde 14 maddelik “İletişim İlkeleri” belirlediler. Neler var bu ilkelerde?
Cami ve türbelere afiş asılmayacak.
Din, dil, ırk, mezhep konusunda yorum yapılmayacak.
Başka partililerle sert tartışmaya girilmeyecek.
Hiçbir sosyal grup aleyhinde konuşulmayacak.
Sadece CHP seçim şarkıları çalınacak.
Protesto alkışı 2 dakikayı geçmeyecek. Camilerde alkış yok.
En fazla 20 dakika konuşulacak.
CHP konvoyları mutlaka trafik kurallarına uyacak. Dilerim uygulanır. Uygulanmalı da.
Ayıbın Başbakanı
Bir 23 Nisan’ı daha idrak ettik. Yine önemli makam koltuklarına çocukları oturttuk. Görüntü güzeldi ama bu espriyi bile siyasallaştırdık. Parti reklamı vesilesi yaptık.
Başbakan’ın makamında şirin, utangaç bir kız çocuğu vardı. Bakan koltuklarındaki yaşıtlarından ve gazeteci müsveddelerinden sualler aldı. Ama hepsi ellerine verilen sualleri okudu. Çanak sorulara ne cevap vereceğini ise yanındaki Davutoğlu fısıldadı.
Yani sufle etti. Nükleer santrale 60 yıl geç kaldığımız da soruldu, başkanlık sistemi de. En dikkat çekici olanı ise, “muhalefet vaatlerine kaynak bulabilir mi?” sorusuydu.
Hemen suflör devreye girdi ve “Bol keseden vaatler, sanmıyorum” dedirtti küçük çocuğa. Devamlı sufle alan Başbakan’ın bu işi iyi öğrendiği gözlendi böylece. Bir gün önce de korumasının 11 yaşındaki kızını koruma yaparak güya 23 Nisan’ı yorumlamıştı.
Her iki olay da Davutoğlu’nun hanesine yazılacak kocaman bir ayıptı. Keşke İstanbul Valisi gibi, “Diğer çocuklara haksızlık oluyor” diyerek koltuğuna kimseyi oturtmasaydı da bu ayıp yaşanmasaydı.
Reklamın rahmeti
Din istismarının farklı bir boyutunu İstanbul merkezli tüm Türkiye yaşadı geçen hafta. Üsküdar Belediyesi Osmanlı’nın bile aklına gelmeyen büyük bir deha örneği göstererek, Kabe’nin maketini ve bazı İslami sembolleri “gidemeyenler görsün” diye belediyenin karşısına dikti.
Derler ya, “Uydurur mürşidler, inanır cahiller” misali inananlar gitti, tavaf etmeye bile kalkıştı. İhrama bürünen adam dahil. Tuzla Belediyesi geri kalır mı? Onlar da hicret yürüyüşünü maketlediler.
Ve sonunda bu maket komikliği gerçek inananların tepkisini toplayınca Diyanet uyandı ve “kaldırın” dedi. Ve istismar maketleri 30 Nisan’a kadar durması planlanmışken, hemen kaldırıldı.
Bahanesi de hazırdı. “Başka belediyeler istiyor onlara yollayacağız, onlar da kuracaklar.” Bakalım, Diyanet’e rağmen kuracak belediye çıkacak mı? Çıkarsa, Görmez Hoca yine 3 gün görmezden gelecek mi?
MERAK BU YA
Taliban ve IŞİD karşılıklı cihat ilan etmişler. İnşallah doğrudur yesinler birbirlerini.
Matbaaya giderken düşen çözüm süreci bulundu. Bulunmasa da fark etmezmiş. Hiç yeni bir şey yok. Zaten Cumhurbaşkanı, “Kürt sorunu diye bir şey yok” demişti haftalar önce niye üstelendi ki.
Davutoğlu, Kılıçdaroğlu’nda ergen psikolojisi hissetmiş. Önce hisli Bakan Işık’a da onaylatması lazımdı, bu bir. İkincisi ise, bence hiç aramasın ergenliği. Çünkü Aylin Nazlıaka’nın arkadaşı olan Başkan kimseye bırakmaz.
3 dönem kuralına takılan Mehdi Eker, gizli gizli sürdürdüğü çift motorlu uçak kullanma eğitimini tamamlayınca, arkadaşları “artık zırai ilaçlama yaparsın” diyorlarmış. Doğru.
Meydanlarda, polis kurşunu ile ölen çocuğu, yetmezse anasını yuhalatan Erdoğan, “Çocuklara kıymayın efendiler” dedi. Dedi valla.
CIZZZ
Cumhurbaşkanı Erdoğan yine bir öngörüde bulundu. Dedi ki, “Dünya 5G’yi konuşuyor, biz 4G’yi. Öyleyse biz 3G ile sabredip, 2 yıl sonra 5G’ye geçelim. Bunu yapmalıyız.”
İletişimciler ise bu öngörüye güldüler. Dünya 5G’ye 2020’de geçecek diye. Bir twitman’ın ise harika bir tavsiyesi var.
O zaman başkanlık sistemine ne gerek var? İki yıl bekleyip direkt hilafete geçelim.