Filiz ÖzkolAşkta patron kim?

HABERİ PAYLAŞ

Aşkta patron kim?

İlişkiler söz konusu olduğu zaman, tabiri caizse hiçbirimiz yaşadıklarımıza toz kondurmayız. Sorunlarımızla baş çıkamaz durumlarında bile zayıflıklarımızı kabul etmek yerine tüm suçu karşı tarafa yükleriz. Herkes "Sütten çıkmış at kaşıktır."

İnsanoğlunun yapısında kabul etmesek bile "Ego" vardır. İnsanoğlu malesef kompleks odaklı bir canlı türüdür. Başardığı her olayın arkasından alkış bekleyen bir zürriyettir. Yaradılışlarının komut verme özelliğini ilişkilerinde bolca kullanabilme yetisini abartılarla sunmayı çok iyi bilir. Ego yüksekliği en çok kadın erkek ilişkilerinde daha yoğun yaşanıyor ki; aşkların çoğu da, çözümü zor problemleri beraberinde getiriyor.

Haberin Devamı

Yine tarihin tozlu sayfalarında yol almaya devam ederken değişmeyen tek konu iki cinsin arasında bitmeyen üstünlük savaşları olduğunu söyleyebiliriz. Büyük imparator Napolyon, Josephine’ye ilk görüşte aşık olmuş, fakat aşkını itiraf etmesi seneler sürmüş. Bir araya geldiklerindeyse evlilikleri dram ve ihanetlere sahne olmuş. Napolyon uzun süren savaşlarla uğraşırken Josephine sarayda partiler ve eğlenceler düzenlemekle meşgulmuş. Savaş meydanından her gün mektup yazan Napolyon’a cevap vermez, soğuk mektuplarla onu deliye döndürürmüş. Bu tavırları Napolyon’u çılgına çevirse de kendine daha da bağlamış. Napolyon’un gözünü kör eden aşkı sayesinde her istediğini yaptırmış. Napolyon’un ölürken bile son sözü “Josephine” olmuş.

Osmanlı İmparatorluğu’nun en büyük hükümdarı Muhteşem Süleyman da dik başlı ve dediğim dedik cariyesi Hürrem’e delice aşık olmuş hatta onunla resmi nikah kıyarak tarihteki ilk nikahlı eş ve Osmanlı Devletinde yönetim hakkı olan tek kadın olmasını sağlamış. Hürrem Sultan, Kanuni Sultan Süleyman’ın kendisine olan aşkını kullanarak, saray içindeki entrikalarla devleti istediği şekilde etkilemiş, çevresinde tehlike arz eden bütün kişileri Kanuni’nin kanına girerek ya öldürtmüş ya da cezalandırmalarına sebep olmuş. Tüm yaşananlara rağmen Kanuni’nin Hürrem Sultan’a olan büyük aşkı onun kollarında gözyaşları arasında ölene kadar devam etmiş.

Haberin Devamı

Doğduğumuz andan itibaren ilişkilerde yaşadığımız her türlü olayın altında bir çeşit "Hayat dansı" vardır. Koşarsın, coşarsın sinirlenirsin, bağırırsın ve bizi yöneten bu duyguların içinde hep bir beden dilini kullanırsın.

Bu da farklılıklarımızı kabul etmekle başlıyor. Aşk insan hayatındaki en bilinmez ve önemli duygulardan bir tanesidir. Bir sanattır, var oluş ile yok oluş arasındaki ince bir çizgidir. Bu nedenlerden dolayı olgunluk ve bir duruş gerektirir. Kim bu duyguyu yaşıyorsa yalnızlığı da içinde barındırıyordur. Aynı zamanda zayıflık zirvesindedir. O çok sevdiğinin bir tek kelimesi bile içinde fırtınalar yaratır. Gücünü kaybeder. Duygusal savaşlarının hep alt yapısında bireysel aşk egoları gizlidir. Bir kere âşık olduğuna karar veren kimsenin iç çatışması da başlamış olur. Dünya ilişkileri zayıflar, bencilleşir. Sadece kendi duyguları ve hissettikleri önemlidir. Nasihat saçma ve gereksizdir. Çevreye öfkelenir, istikrarsızlaşır.

Zanneder ki; çevrendeki herkesin aklı onun sevdiği kişide. Korumak zorunda kaldığı duyguları için, yüreğinde savaş tamtamları çalar. En çok koruduğu duygusuna kendi karşı gelir. Aslında söz konusu aşk; sadece bir değil birden fazla oyundan oluşur. Çünkü; bu hayatın, ta kendisidir. Nasıl bizim duygularımız varsa, nefes almak yetmiyorsa, hayatın da ''Ben buradayım'' deme şekli vardır.. Bunu her insan kendi iç dünyasına göre farklı algılasa da, oyunun kuralları bizi eninde sonunda aynı yere götürür.

Haberin Devamı

Sevdiğimiz kişilerin hep kapsama alanımızda kalmasını istiyoruz. Çünkü onlarla varlığımızı koruyoruz.. Sonuçta "aşkta patron yoktur." Kendi gerçeğimizi düşüncelerimizi, duygularımızı, tavırlarımızla kendimiz yaratırız.

Yalnızca çocuklar ne aradıklarını biliyorlar. (Küçük Prens)

 

Sıradaki haber yükleniyor...
holder