Ah o özlemler, bitmeyen tutkular, duyguların beslendiği ve varmak istediğimiz noktalara ulaşamamanın verdiği zorluklar, yüreğimizin bir yanın hep eksik kalması, görünmeyen gözyaşlarımızın söndüremediği yangınlar...
Çok yeni, daha birkaç gün önce on dört yaşındaki dünya tatlısı kedim elimden uçup gidiverdi. Yaşlanmıştı, vücudunun ona ağır geldiğini her fırsatta bize hatırlatıyordu. Nedense hep görmezlikten geldik. İnsan; sevdiklerinden bir gün ayrılabileceğini hiç aklına getirmek istemiyor. Alışkanlık dünyanın en zor duygusu. Selami Şahin’in bir şarkısını anımsamadan geçemiyorum: Alışmak sevmekten daha zor geliyor’.
Ne güzel cümleler... Nasıl da içten söylenmiş sözler. Hayatta hiçbir şeye fazla alışmayacak, bağlanmayacağız ve sevmeyeceğiz diyebilir miyiz? Duyguları bu kadar basite indirme hakkına sahip miyiz?
Hayatın güzellikleri maalesef katıksız sunulmamış. Yaşadığınız her anın bir bedeli var. Belki bu yüzden sevgi bize bir görünüyor bir uzaklaşıyor. Kendini teslim etmek istemiyor. Biliyor ki hiçbir mutluluk sonsuza dek sürmez. İnsanoğlu bilmeden veya bilerek hayatın bu oyunu içinde gönüllü yaşamayı kabul etmiş olarak bu dünyaya gelmiş. Belki mazoşist bir yaklaşım olacak ama, insanın mutlu olma hali derin acıları barındırıyorsa anlamlı ve haz verici olmuyor mu?
Mehmet Erdem'in yine bir şarkısı geldi aklıma: Acıyı sevmek olur mu?
Fazla duygu bizde boğulma tehlikesi yaratıyor. Oysa tutkuların derinliğinde kaybolmak ürkütücü gelse de güzeldir. İşin kolayına kaçarız çoğu kez. Hızlı mutluluklar çabuk sonuç alabileceğimiz işler. Belki bu dünyaya kabataslak bir anlamla yaklaşmak işimize geliyor. Sevgiler, duygular derinleştikçe bedellerde artıyor. Felsefeci dostlarımızın mutlu olma sanatını nasıl kullandıklarını oldum olası hep merak etmişimdir.
AYRILIK TRAVMASI
Fiziksel yaralanmalar gibi ayrılıklarda duygusal yaralarımızdır. Bedenimizde oluşan bir yaranın iyileşmesi için nasıl bir sürece ihtiyacınız varsa duygusal yaralar içinde aynıdır. Gerekli pansumanları yapmak yerine yarayı kurcalamak nasıl iyileşme sürecini geciktirirse düşünceler ve alışkanlıklar da duygusal yaralarımızın kanamasına neden olur. Düşünmemeye çalıştıkça kendinizi daha fazla düşünür halde buluyorsanız alışkanlıklarınızı ve düşünce biçiminizi gözden geçirmeniz gerekecektir. Bu dönemde karşılaşılan zorluklardan biri de bir aşamayı tamamlamadan diğerine geçmeye çalışmaktır. Aslında bir ayrılığı kolay atlatmak, kendimize anlattığımız hikayeye bağlı ve eğer kendimize anlattığımız bu hikayeyi sorgulayabilirsek çok daha sağlıklı bir iyileşme süreci bizi bekliyor olacaktır.
Ne yaparsak yapalım; hayatımızın her anına sahip olamıyoruz. Yaşadıklarımızla, yapamadıklarımız arasında uzayıp giden bir pişmanlığın kayıp puzzle'larını birleştirirken, eksik zamanların anına koşturup duruyoruz. Küçük bir an. Bir ışık. Bir ses. Bir kokuya esir düşüyor; uzun süredir varlığını unuttuğumuzu zannettiğimiz duygulara sarılıveriyoruz. Bu dünyadan eksik gitmenin telaşını hep hissedeceğiz, yaşam modelimiz ne olursa olsun.
Bitişleri kabul edelim. Ağlamaktan korkmayalım. Kendimizi gereksiz sahte cesurluklara teslim etmeyelim. Hüzünler de güzeldir. Aşk acılarımız mümkünse olsun. Yıllar sonra yüzümüze anlam katan her çizginin bir kahramanı olduğunu unutmayalım. Kimseye kızmayalım. Kendimize bile. Yaşandı ama bitmedi. Eminim evren bu duyguları bir yerlerde saklıyor. Hepimiz birbirimize görünmeyen iplerle bağlıyız. İyi ki karşılaştık, elbet bir gün bir yerlerde tekrar buluşacağız.