2007 nisanında vizyona girdiği zaman kafa karıştıran, bir Ferzan Özpetek filmiydi ‘’Bir Ömür Yetmez’’. Gösterim sürecinde ne kadar ilgi gördüğü ve konuşulduğu konusunda epeyce yorum yapılmıştı. Yaşadığım yılların toplamında zevklerin tartışmanın yanlış olduğunu çoktan öğrenmiş durumdayım. Sadece karşılıklı atışmaların bizim görmediğimiz noktalarda bir başka gözün farklı bir bakış açısının, faydalı olacağı kanısındayım.
Filmde kırklı yaşlarına gelmiş bir grup arkadaşın dostluklarını, sevgilerini ve hayatlarını sorgulaması konu ediliyor. Dostlukta olduğu kadar, aşkta da ayrılığı kabul edemeyen bu arkadaş grubunun; duyguları, heyecanları ve en derin korkularıyla yüzleşmeyi anlatıyor. . Hüzünlü duygular yaşatırken gülümseten de, bu filmdeki insanların hikâyesi, yeni kurallar ve yeni ilişki dinamikleri arayan herkes için tanıdık bir öykü olarak karşımıza çıkıyor.
"Hayat olgusu" dediğimiz bu kelimenin açılımındaki derinliği çözmek için nice felsefeciler, filozoflar ve bilim adamları yaşamlarını kurban etmişlerde, sonuca ulaşamamışlar. Sınırlı bir yaşam içinde hangimizi tam olarak tatmin etmiş yaşadığımız yıllar. Açgözlü ve obur bir insanoğlu olarak evrene damgamızı vuracağımızdan eminim.
Çok sevdim bu cümleyi. "Bir ömür yetmez". Evet gerçekten yetmiyor. Ne sevdiklerimize doyabiliyoruz, ne de hayata. Yapmak istediğimiz birçok şeyin kaçta kaçını yapabiliyoruz ki.
Yıllar önce bir dergi röportajında bana yöneltilen bir sorunun cevabını hala düşünüyorum.
Yaşamda; isteklerinizin ne kadarını gerçekleştirebildiniz?
Şimdi bu soruyu ben size sorsam hanginiz net cevaplandırabilir ki?
Neleri yarım bıraktık? Bırakmak zorunda kaldık?
Hayatın anlamı nedir, yaşamak nedir, hayatın amacı nedir, varlığın sebebi nedir gibi sorularla kafamız karmakarışıktır.
Platon‘a göre hayat; bilginin en yüksek biçimine ulaşmasıdır. Nietzsche hayatın objektif bir anlamın olmadığını söyler. Onun için sonsuz tekrar edilen bir hiçliktir.
Albert Camus, “hayatın anlamı en acil meseledir” der. Ona göre hayata katlanıp katlanılamayacağı sorunu en büyük sorundur..
Aristoteles, tüm yeteneklerin, sorgulamaların, ve seçimlerin bir iyi hedefi olduğunu düşünür.
Schopenhauer için de hayat boş bir şeydir. İnsanoğlu onu abartır. Buda’ya göre hayat bir katlanmadır. Acılarla doludur ve mümkün olan en hafif şekilde geçirmek gerekir.
Evet tüm bilgiler ve felsefeciler kendilerine göre bir düşünce tekniği geliştirerek bilinmeyen bir dünya denklemine boyut kazandırmaya çalışmışlar.
Kısa yoldan önüne geçip yaşamı bir köşeye sıkıştırdığınızı düşünün. Yaptıklarınızı ve yapacaklarınızın listesini sorgulayın. Tüm keşifleriniz yarım kalmaya mahkum oluyor. Yaşamda; doğumdan ölüme kadar her şeyin bir sınırı olduğunu düşünür, zafer ve mağlubiyetlerin de, sonsuz bir sayı içinde kaybolacağını hesaplayabilirsek, bize yetmeyen bir ömür yok sanırım. En ince hesapların bile bir sonu olacağını her doğumla birlikte ölüme koşarken binlerce tekrarın birbirinin aynısı olduğunu görebiliyoruz. Kelebek üç günlük ömründe tüm duyguları tadabiliyorsa, kısa ve uzun yaşanmışlığın bir anlamı yok sanırım. Her şey, bir zamanın içine sığabiliyor.
Sonuçta görüyoruz ki; yaşadığımız yılların sayısı ne olursa olsun "Bir ömür bize yetiyor" diyebileceğimiz duygu ve deneyim doygunluğu içindeyiz. Sadece görmek ve bilmek istemiyoruz.
Hayata yeniԁen başlasayԁım, saniyelerin nabzını tutarԁım. (Dostoyevski)