Hayat olgusu yaşam ve ölüm arasında bir serüven olduğunu kabul edenlerden olduğum için; bu kısacık hayatımızı güzel geçirmek adına, elimizden geleni yapmalıyız gibi, gereksiz söylevler vermek istemiyorum. (Her koyun kendi bacağından asılıyor nasıl olsa).. Anlatmak istediğim; hayatımızın en okkalı dramasını cenaze törenlerinde yaşadığımızı hepimiz biliriz. ‘’bir varmış bir yokmuş ‘’ diyerek gidenin arkasından kimse kötü bir söz söylemek istemez, hatalar bile güzelce ambalajlanır ve bin bir süzgüden geçirilerek kimseyi acıtmadan, hatta ballandırılarak anlatılır. Hikayeler ve rivayetler kanatsız bir meleğin uçmasına kadar gider… Daha sonra acılar soğur ve rahmetli diye başlayan hikayelerin daha gerçeğe yakın bölümleri tasvir edilmeye başlanır...
Lafı daha fazla uzatmadan ilginç bir hikayenin içine hemen dalmak istiyorum.. Bir cenaze töreninde yaşanan bir yaşam öyküsü. Kabul edip etmemek bize ne kadar düşer bilmem ama bir hayat gerçeği.
Hikayenin kahramanı erkek; 65 yaş civarında bir kalp kriziyle hayat veda ediyor… Ani ölümün şoku kötüdür. Ben de yıllar önce eşimi bu şekilde kaybettiğim için bu duyguları çok yakından bilirim. Asıl anlatmak istediğim ,cenazede ilgimi çeken olay; Birbirinin omzunda acılarını paylaşma dayanışması yaşayan ve adamın yaşamında yolları kesişen iki kadının sıra dışı aşkları...Anlattıklarına bakılırsa adamın hayatında önemli olmuşlar...Burada eş sevgili sıfatlarına girmek istemiyorum. Demek ki rahmetli ikisini de sevmiş.
İki uzun hikayenin pazılları tamamlandıkça ortaya muhteşem duyguların yaşandığı ( benim kabullenmekte zorlandığım) iki güzel aşkın bir yürekte toplanma öyküsü ortaya çıkıyordu.. Ayrıntılar o kadar çok ki, kelimelere dökülse, bana ayrılan köşeden hoop diye başka köşelere zıplamam gerekiyor. Doğunun geleneksel yapısı içinde kabullenmiş bir ‘’ kuma kültürünün’’ daha büyük metropollerde aşkla sunulması yine kafamı karıştırdı.. Hikayenin senaryosunun bir ucu da; FERZAN ÖZPETEK tarzı İtalyan sinemacılığını anımsattı..
Aklıma iyice şeytan karıştı. Konunun dibini kurcalamaya başladım yine.. Bir yüreğe kaç aşk sığar. Bu soruyu defalarca hem kendime hem de size sormak istesem? Sonuca ne kadar yaklaşabiliriz. Erkeklerin biyolojik yapıları malum.. Yüzyıllardır erkek egemenlikleri, bedensel faktörlerinin avantajlarından kaynaklanmıyor mu??. Yeni kültürümüzün zorla oluşturduğu Bekarlık partilerinin kahramanları yine erkekler değil mi ?.. Bir dönem tv lerde rastladığımız çikolata reklamlarındaki gibi ‘’ benim o ‘’ diyen erkekler korosunda aşk nasıl? yerini alacak. Ölümüyle geride iki büyük sevda bırakan bu adamın sağlığında; aşk masalı kahramanlarımız kadınlar, bu kadar ulvimiydiler?.. Peki bu adam aşkı bin bir parçaya bölerek nasıl bir paylaşım yapmıştı. Kime ne düşmüştü… Aşkın kaç rengi vardı? Herkes kendine yakışanı seçiyordu.
Ortaokul yıllarımda yurttaşlık bilgisi derslerimiz vardı. ( şimdilerde var mı bilmiyorum). Bu derslerde okuduğumuz konulardan biri ; köylerde ‘’imece’ denen yardımlaşmaydı…Köyün ortak mallarının kullanılması ve paylaşılma usulü. ‘’ vah, vah’ diyesim geliyor. Zavallı aşk ortaya konmuş herkes payına düşeni alıyor. Kimisine iki, kimine üç, bazıları aç gözlülük yapıyor abartıyor. Eğer teke düşen varsa gerçekte şanslı ve imtiyazlı.. Güzel duygular çoktaaan ölmüş.. Biz yaşatmaya çalışıyoruz.. Neyse diyelim geçelim…Dilim rahmet okumaya varmıyor.
Acının sonu vardır ama pişmanlık hep kalır unutma. ( anonim)