Karmaşık bir ilişki düzeni içinde yaşadığımızı kabul edelim. Özellikle kadın-erkek ilişkileri üzerine fasiküller dolusu kitap yazıp fikirler üretsek de, bir yerde tıkanıp kalıyoruz. Canhıraş feryatların buhar olup gitmesinden elimizde kalan hiçbir şey yok. Kadına şiddet, son yüzyıla damgasını vurmaya tüm hızıyla devam ediyor
Sözde medeni iki insan. Karşılıklı konuşmayı unutmuşlar. Sadece suçlamalar üzerine kurulmuş diyaloglar. Öfkelerin cirit attığı ilişkilerde bir türlü olumlu sonuç alamıyoruz. Arabesk duyguların hedefi zannettiğimiz bu şiddet eğilimlerinin aslında sosyal sınıf tanımadığını, artık toplumun her kesiminde gözlendiği ve hangi kültür yapısına sahip olursanız olun ezik erkeklerin güç gösterilerinin kadın ve çocuk üzerinde denediğini acıyla izliyoruz.
Birçok erkeğin kendini savunma şekli: ‘’Ağır tahrik sonucunda kendimi kaybettim’’ Nasıl yani? Bir kadın biyolojik yapısının tüm narinliğiyle bir erkeği nasıl çileden çıkarabilir ki? En fazla kendini savunma şeklinden kaynaklanan birkaç acıtma sözcüğünün karşılığında bedensel tahribata yol açacak bir eyleme dönüşmesini hiçbir 'toplum ve din' kabul edemez.. İki insan yaşamlarının herhangi bir dönemlerinde bir şekilde karşılaşabilir, aralarında bir duygu ve buna benzer nedenlerden dolayı aile kurma isteği içinde olabilirler. Her şeyin başlangıcı olduğu gibi bitişi de vardır. Ayrılık kararı sanki yalnızca erkeğe aittir. Bir kadın bu istek içinde olduğu zaman çalsın sazlar çekilsin kılıçlar. Nasıl bir düşünce anlayışı bu? Aklı başında bir insanın anlaması mümkün değil.
Geçtiğimiz yıllarda Türkiye’yi yasa boğan Emine Bulut'un çocuğunun gözleri önünde eski eşi tarafından boğazının kesilmesiyle sonuçlanan bu olay ne ilk ne de son olacak.
Geçmişte de bu tür olaylar yaşadık. 1979 yıllarında Türk sinemasının sevilen Kıbrıs asıllı sanatçı Feri Cansel’i büyük bir kıskançlık sonucunda; yine sanatçının kızının önünde başından vurarak 39 yaşındayken o dönem büyük aşk yaşadığı sevgilisi tarafından öldürülmüştü.
Türkiye'nin en tanınan arabesk-fantezi şarkıcıları arasında olan rahmetli Bergen, albümünün adı gibi "Acıların Kadını" idi. 1989 senesinde, 30 yaşındayken boşandığı eşi onu kurşunlayarak öldürmüştü..
Bu tür trajik olayların nedenlerini düşündüğümüz zaman altında gerçekten 'ölümüne aşk’ duygusu mu yatıyor? Kriminal dünyada bilinen bir gerçektir ki her cani bir gün mutlaka cinayet mahalline döner. Cinayet işler, önce uzaklaşır, cinayet aletini elden çıkarır, sonra da ilk fırsatta cinayeti işlediği yere gelir. Büyük ve ölümsüz aşklar da öyledir. Büyük aşkların saklandığı ve odaklandığı yüreklerde ufak tefek kalp krizleri yaşanmış ve bazı tahribat meydana gelmişse kırılan kalpleri tamir ve tedavi etmenin tek yolu aşkın ilk mahalline dönmektir. Yarım kalmış duyguların ani bir şiddete dönüşmesi günlük güneşlik bir havada şimşek çakması gibi bir şeydir.
Biten bir beraberlik dostluk duygularına ve arkadaşlığa dönüşmemiş ise, daha sonra çiftlerin bir araya gelmeleri sakıncalı olabiliyor.
Aşk mantık dışı bir duygu eylemi. Altından kalkamadığımız zaman, işte böyle sonuçlara neden olabiliyor. Alıp başımızı gitmelere sözüm yok, fakat geriye dönüşlerimizde lütfen sakin olalım. Hepimiz bir gün nasıl olsa öleceğiz. Yaşarken birbirimizin hayatlarına saygı duyalım.
Aşk ayrılınca değil, vazgeçince biter.