Dünyanın en güzel duygusu karşılık beklemeden birilerine iyilik yapmak. İnsan olmanın özünde var. Yaşama gelme nedenimizi sorguladığımız zaman bu karmaşık hayatın neresindeyiz sorularına takılabiliyoruz. Amacımıza açılan tüm kapıların arkasında sevgi ve merhametin olduğunu maalesef başımıza olumsuz bir şey gelinceye kadar anlamıyoruz. Gözümüzde sanki at gözlüğü var. Başarısız ilişkilerin temelinde gizli egolarımızı, saklı taraflarımızı ne kadar örtebiliyoruz. Hele vicdan mekanizmamızla yaptığımız savaşların arkasındaki paylaşma duygularımızı yok saymamız mümkün değil.
Olmayınca olmuyor dediğimiz ilişkilerimizin temelinde var olan vazgeçememe duyguları yatıyor. Bitsin gitsin diyemiyoruz. Veda edemiyoruz. Kızıyor, küsüyor fakat geride yok sayamadığımız alışkanlıklarımızın esiri oluyoruz.
Uzun zaman önce bir aşkı bırakmanın keyfini yaşayan Figen’in en büyük korkusu eski duygularının kendini rahatsız etmesiydi. Oğuz, o biricik aşkı. Çok zaman geçmesine rağmen aniden bir ‘’alo’’ sesiyle tüm geçmişini ayaklandırmıştı. Korktuğu başına gelmişti işte. Ayrıldıkları günün acısından kurtulmak için ne çok çaba sarf etmişti. Psikologların ve uzmanların yardımlarının yadsıyamayacağı bir süreç geçirmişti. Yaralı ve bereli bir aşkın kimseye faydası olmayacağını anladığında tüm ruh durumu yerlerdeydi. Çoğumuz biliriz böyle hasta ruhlu aşkın eninde sonunda bırakacağı hasarların tedavisi zaman alır.
Acıların da bir faturası vardır. Televizyonlarda izliyoruz. Ailevi konuların yaşamımızda yarattığı depremleri. Her birey tüm acıların kodlamasını çocukluk yıllarında alıyor. Affedemediğimiz ne çok konu var. İçinde biriktirdiğimiz. Yaşanması kaçınılmaz olayların tortuları. Hepsi bir çeltik atarak beynimize kazınır ve daha sonraki yıllarda bu izleri yok etmek için uğraşırız.
Fedakarlık duygusunun bize kazandırdığı erdem duygular sonraları bilgelik öğretilerine dönüşür ki; olması gereken de budur. Bu yaşama gözlerimizi açtığımız anda gelişmek için gösterdiğimiz çaba asla karşılıksız kalmayacaktır.
Nermin’in evliliği boyunca eşi Harun’un annesi Hamiyet hanımla aralarında bir türlü buzlar çözülmemişti. Sevdirememişti kendini. Sevme duygusunun plan ve programla işi yoktu. Varsa vardır. Yoksa yoktur. En azından birbirimize saygılı olmak zorundayız. Gelin ve kayınvalidenin bir ömre sığdıramadı çekişmeleri Hamiyet hanımın Alzheimer hastalığına yakalanmasına kadar devam etti. Ve sonrasında aniden bitti. Her şey unutuldu. Beyin ne varsa silip süpürmüştü. Nermin gözleri yaşlı bir gelin olarak kaldı. Affedemediği ve söyleyemediği çok şey kaldı hafızasında. Oysa çok güzel yaşanabilirdi. Bir hastalığın unutturduğu her şeyi sağlıklı bir beyinle başaramıyoruz. Sığamadık gittik bu dünyaya.
Hepimiz alış veriş yaparız. Keyfimize uygun yerlerde gezer eğleniriz. Yaşamın tadını çıkarmak bize bahşedilen bir lütuftur. Değerini bilmiyoruz. Kaybettikten sonra anlıyoruz. Çoğu kez ödediklerimizin karşılığında artan ne varsa "Üstü sizde kalsın" diyebiliyorsak, niye sevginin fazlasını vermesini beceremiyoruz.. Niye bu kadar duygularımızı sunarken cimrileşiyoruz. Yüreğimizi açamıyoruz, Dilimizi korkak alıştırıyoruz. Oğuzlar, Nerminler, Figenler, Harunlar ve yüzlerce bizler neden sevgimizi söylemeyi bilemiyor hatta daha da cömertleşip ‘’Sevgimin fazlası sizde, hatta sizinki de bende kalsın ‘’ diyemiyoruz. Fazlası zarar düşüncesi ile sonlardaki acılardan korkuyoruz. Ah bir söyleyebilsek.
Sevebildiğin kadar sev, hayat kısa… (anonim)