Yaz mevsimi dediğin Serdar Ortaç'tı, Demet Akalın'dı. Çok satanlar listesine en üst sıralardan giren birkaç romantik kitap, Avrupa'dan gelen büyük müzik gruplarının ateş pahası konserleri, festivaller, dövizdeki dalgalanmalardan ziyade denizdeki dalgalanlamalara kafa yorduğumuz ve tabii ki eylülde Tarkan'ın Harbiye konserine koştuğumuz birkaç aylık saltanat dönemiydi.
Şimdilerde ağustos sonunu yaşarken dilimde hep aynı şaşkınlık: Nasıl yedik ama koca yazı? Güneşten, denizden ve külahta dondurmadan verim alamadığımız 2020'yi herkes gibi ben de bir kenara yazdım. Umarım seneye intikamımı alacağım.
Tabii bütün bunların malum sebeplerden dolayı yaşandığını biliyorum. Ve belki biraz da Serdar Ortaç'ın fazlaca kalp kırıklığı yaşamasından dolayı kendini toplayamamasından, Demet Akalın'ın da muhtemelen artık mutlu bir yaşama kavuşmasından, bazı şeyler sona erdi. Fakat ben eski yazları geride bıraktığımızı kabul edemeyen bir Edis sığınmacısıyım. Pop müziği ve yaz mevsimini kurtaracak gücün Edis'te olduğuna inanıyor, onu bir tür "son hamlesini henüz yapmamış olan kahraman" olarak görüyorum. İçimden bir ses bize gösterdiği gibi "üretim sorunu yaşayan bir müzisyen" de olmadığını söylüyor. Gerçi bu fikirde olanlar da haksız değil, bir şey diyemem, neticede uzun aralıklarla bir Edis şarkısı dinlediğimiz doğru. Ama sanki o, aklına her gün onlarca, yüzlerce fikir gelip de hiçbirine pas vermeyen mükemmelliyetçilerden biri gibi geliyor bana. Bazıları öyledir ya... Yeni fikirlerini bir milyon tane süzgeçten sonra hayata geçirir. O fikir 1 milyon engeli aşana kadar da maalesef ya zamana yenilir (eskir) ya da fazlaca işlem gördüğü için bozulur (günümüze uygun, standart hale gelir). İşte Edis'in problemi de maalesef bu.
Son hamlesi olmadı
Düşünsenize Edis'siniz ve bir sabah kalkıp "İlla da Gülşen'le düet yapacağım" diye tutturuyorsunuz. Bu durumda anında devreye 1 milyon süzgeç giriyor. Fakat ilginçtir ki, bu süzgeçlerin 1 tanesi bile "NEDEN" sorusundan oluşmadığı için yola ısrarla devam ediyorsunuz. Halbuki bir sorsa... Aleyna Tilki ve Hülya Avşar gibi bir şeyin hayalini kurduğunu anlayacak. Ama durmuyor; günler, haftalar, aylar geçiyor. "Stüdyoya girdiler", "Stüdyodan çıktılar", "Aman da beraber yemek yediler" haberleri gırla... "Şu kadar gün sonra efsane bir şarkı geliyor" açıklamaları da hayran tansiyonunu yükseltmeye yetmeyince haydi bu sefer Instagram canlı yayınları yapılsın, duyurular çıkılsın, şarkının adı binbir tezahürat beklenerek açıklansın... Farkındaysanız bu düetle ilgili beklenen heyecan bir türlü oluşmadı.
Lafım Gülşen'e değil. Ne kadar sevildiği, ne kadar dinlendiği hepimizin malumu. Ama Edis ile ancak bir pop müzik festivalinde aynı sahneyi paylaşabilirler gibi geliyor bana. Biri nasıl yenilikçi, nasıl Avrupai, aynı anda tüm sanatlarla iç içe yaşıyorsa; diğeri tam bir popüler kültür kedisi gibi matematiksel formüllerle her seferinde can damarından vuran, son derece yerli bir pop yıldızı.
Yapmayın, etmeyin; bu ucuzluğa düşmeyin
Dedim ya; heyecan yaratmadı bu düet işi... Her şeyi denemelerine rağmen, bir Oğuzhan Koç şarkısı kadar bile merak uyandırmadı "Nirvana". Bilmem ki en sonunda ne düşündüler de konu paraya geldi... Hangisi ya da kimin menajeri, "Yaw gençler hep tutan bir yöntem var" dedi, "Klibe 500 bin lira harcadığımızı haber yaptıralım. Herkes bizi konuşur"
İşte bu noktada hem Edis hem de yaz mevsimi bitti.
"Şuna şu kadar para harcadım" işlerini Yeliz Yeşilmen ve Ebru Polat klasmanında bırakmamış mıydık? Yakıştı mu bu tarz haberler yaz mevsimini kurtaracak Batman görünümlü Edis'e?
NOT: Ben yazıyı yazarken henüz klip çıkmamıştı. Yani izleyebilmiş değilim. Ama ne olursa olsun bir Martin Scorsese filmi izlemeyeceğimizden emin olduğum için, 500 bin TL'yi Gülşen'in çorabına ya da Edis'in saçına harcadıklarından şüpheleniyorum.