Gogol, meşhur 'Bir Delinin Hatıra Defteri' kitabında, "Şu hükümet adamlarının hayatını çok merak ediyorum" der: "Ne yer, ne içer, ne konuşurlar?"
Gogol'un politikacıları merak ettiği gibi ben de yogileri ve yoga yapan insanların hayatını merak ediyordum. Çoğunun suratında, tıpkı Seda Sayan'ın Fransız askısı gibi duran sabit bir gülümseme, bir sahil kasabasında yaşıyor rahatlığı, herkesle aşırı iyi anlaşmalar, sanki her sabah kahvaltıda poğaça yerine soya fasülyesi yiyormuş gibi bir sağlık fışkırması... Son zamanlarda çevremizde sıklıkla gördüğümüz bu insanlar nereden türediler? Hangi ara hepsi guru oldu? Ve en önemlisi: Guru olmak bu kadar kolaysa neden ben de olmayayım?
Tıpkı benim gibi, günümüzde yoga yapan ya da yapmayan herkesin, bu 'disiplin' hakkında birtakım sabit görüşleri var. Şimdi neden durduk yere 'disiplin' diyerek olayı büyüttüm? Çünkü arkadaşlar, 'disiplin' kelimesi gibi, yoga deyince işin içine birtakım kavramlar, tuhaf sözcükler ve hatta hiç bilmediğimiz bir dil giriyor. Bunu aklımızın bir köşesine yazalım. Örneğin yoga hareketlerine kimse 'yoga hareketleri' demez; 'yoga pozları' der. 'Yoga yapma' eylemine kimse 'yoga yapmak' demez; 'yoga pratiği' der. Bunlar önemli. Yogaya başlıyorsanız bunları ben öğretmeyeyim. İki tık Instagram gezerseniz zaten jargona hemen hakim olursunuz.
Bütün dünya ters takla mı atıyor?
Velhasıl, zamanla çevremde 'yoga pratiği yapan' insanların sayısı arttı. İş arkadaşlarım, sosyal medyada takipleştiğim insanlar, hatta okuduğum bazı yazarlar bile yogayı över oldu. Bir zaman sonra, ben hariç bütün dünyanın sabahları ters takla atarak uyandığını düşünmeye başladım. Instagram'ı açtığım her an, sağlıklı yaşamdan ölecek noktaya gelen arkadaşlarımı görüp endişelendim. Hatta bir noktada, günümüzde bacaklarını kafasının arkasından geçirmeyene adam muamelesi yapılmadığını fark ettim. Artık şarttı! Ben de yapmalıydım. O bacaklar havada uçuşacak, tek el üzerinde yürüyerek bakkala gidilecekti!
İlk işim kendime sağlam bir mat almak oldu. Ancak araya korona belası girince bir stüdyo bulup da kayıt yaptıramadım. Neyse ki karantina günlerinde, herkesin birinci elden tanıklık ettiği gibi, Instagram ve YouTube iyiden iyiye online yoga stüdyosuna döndü. Sabah 6'da başlayıp akşam 10'lara 11'lere kadar, istediğiniz her saat canlı canlı yoga yaptıran hoca bulabildiğimiz acayip günlerden geçtik. O günlerde yeni aldığım matım, 3 ay boyunca odanın ortasında serili kaldı. Arada çıkıp ters taklaya niyet ediyor, fakat iki nefes alıp "Ay vallahi iyi geldi" deyip iniyordum.
Birçok kişinin canlı dersine katıldım. Bazılarını bizzat denedim, bazılarını sadece izledim. Ve zamanla bu insanların çoğunu 'beğenmemeye' başladım. Kabul ediyorum; bende doğuştan bir burnu büyüklük, bir üstten bakma hali, bir gıcıklık vardır ama bu 'beğenmeme' hali benim 'düşüncelerimden' kaynaklanmıyordu. Zihnim değil, vücudum beğenmiyordu onları. Sıcak suyla duş almayı sevmek ile soğuk suyla duş almayı sevmek gibi bir şey. Bu 'sevmek' hali zihinsel değildir ya; vücut sıcağı ya da soğuğu sever. (Bu arada yogada 'vücut' demiyoruz, 'beden' diyoruz; çok pardon.) Benimki işte, o derslerine girdiğim eğitmenleri pek tutmadı. Bir kişi hariç! Karantina günlerinde sadece Çetin Çetintaş ile yoga yapabildim. Daha doğrusu 'ben' değil, 'bedenim' sadece onun gösterdiği hareketleri, onun gösterdiği şekilde yapmak istedi. Böylece diğerlerini eledim ve Çetin Bey'in maalesef biraz fazla karışık olan YouTube kanalına gömüldüm. Kendime bir program çıkardım, günlerce aksatmadan birebir uyguladım. Sonradan öğrendim ki, zaten Çetin Çetintaş ülkemizin en sevilen yoga eğitmenlerinden biriymiş. Adamın pop yıldızları kadar takipçisi var; daha ne diyeyim.
Çetin Çetintaş ile "sakin nefes alıp sakin nefes verdiğim" (en çok kullandığı söz bu) aylar geçirdim. 'Yeni normal' döneminde de, haftanın 4 günü, matım ve ben yola çıkıp stüdyoya gitmeye başladık. Şimdi sonuca gelelim: Maalesef ben ne ruhsal ne de bedensel bir değişiklik yaşamadım. Hala bacaklarımı kafamın arkasından geçiremiyorum; onu bırakın en 'kolay' denen hareketleri bile düzgün bir şekilde yapabilmiş değilim. Yaptığım an tabii ki Instagram post'u atacağım; merak etmeyin. İnşallah kabiliyetlerimi dünyaya arz edip beni de aranıza almanız için icazet post'u göndereceğim o günler de gelecek. Fakat maalesef şu ana kadar hiçbir 'poz'u doğru dürüst yapabilmiş değilim. Mental olarak bir değişiklik var mı derseniz; o da yok.
Peki hiç mi bir şey olmadı?
Yoga maceramın ilk 7 ayında bazı şeyler öğrendiğimi de söylemem lazım. Her şeyden önce, bir şeyi yapamadığımda sinirlendiğimi fark ettim. Aslında bu hep vardı ama yoga sayesinde bunu birebir fark ettim. Karşımdaki eğitmen vücudunu acayip hallere sokup "Hadi şimdi sen de yap" deyince çok sinirleniyorum. Bir keresinde dilimi tutamayıp "Gerçekten mi?" dediğim bile oldu. Yapamam çünkü, biliyorum. Ama yine de deniyorum. Her seferinde burnumun üzerine düşsem de, mata yapışıp kalsam da, bazen sinirden ağlasam da, denemeye devam ediyorum. Yogadan önce kendimi 'hırslı' diye tanımlamazdım. Meğer içimde 'başarmak isteyen' bir taraf varmış. Tabii bu yoganın bağımlılık yapıyor olmasından da kaynaklanıyor olabilir. Bu benim şahsi fikrim: Cidden bu iş bağımlılık yapıyor, bir noktadan sonra bırakamıyorsunuz.
İkincisi, yoganın sadece birtakım vücut hareketlerinden ibaret olmadığını anladım. Meğer bu yüzden 'spor' demiyorlarmış. Dışarıdan saçma görünen bir hareketi yapmaya çalışırken nasıl nefes aldığın, kaç saniyede aldığın, kaç saniyede verdiğin, nefesi karnından mı boğazından mı geçirdiğin, vücudunun neresine yolladığın vs. gibi farklı dinamikleri var. O nefesi almayı öğrenince, 40 yıl geçse yapamam dediğiniz hareketlere en azından yaklaşabiliyorsunuz. Ayıptır söylemesi, başımın üzerinde 5 saniye durmuşluğum var. (Ne yazık ki kamerasız bir ortamdaydık.)
Yoganın bana ters gelen bazı tarafları da oldu. Mesela ben matta boğuşurken, karşımdaki eğitmen hayatın ne kadar da 'keyifli ve güzel' olduğunu çeşitli aforizma cümleleriyle anlatmaya başlayınca vücudum iyice geriliyor ve sinirlenmeye başlıyorum. O an hayat pek de güzel değilken, birilerinin bunu hiç durmadan tekrarlaması gerçekten asap bozucu olabiliyor.
Durmak yok, yola devam!
Yogada 'başarısız olmak' ve 'hareketleri yapamamak' gibi bir şey olmadığını bilsem de (Hocalar hep "Yapabildiğin kadarı mükemmel" der ama ben bunu yer miyim? Yemem!), devam ettiğim stüdyonun en yavaş ilerleyen öğrencisi olduğumun farkındayım. Ama ben bu yola baş koydum! Yoga 1 dersinin şişkosu, en sorunlusu, en öffleyeni, en kavgacısı olarak yola devam ediyorum. Bir gelişme olursa, size göklerden yazarım. O zaman yazımızı ve dersimizi tek bir OM'la bitirelim: OOOOOOOOOOOOOOMMMMMMMM!