Geçen hafta dünya gündeminde iki konu dikkatimi çekti. İlki Rusya’nın nükleer tehdidiydi. Bu çok önemsenecek bir şey. Zira Rusya cephede zafer kazanamadıkça, üstüne üstlük ele geçirdiği bölgelerden de çekilmek zorunda kalıyorsa bu hem Putin’in itibarı hem iktidarı hem de Rusya’nın dünyadaki rolü açısından kötü demek.
Elinde 2 binin üzerinde taktik nükleer silah (top mermisiyle ateşlenebilen, sırt çantasında taşınan, birkaç bloğu yok edebilecek güçteki küçük nükleer silahlar) bulunan Rusya, bunları denemek isteyebilir.
Bu şekilde savaşı kazanamaz ama en azından ilhak ettiği Donetsk, Luhansk topraklarını elinde tutmayı ve yol açtığı korku nedeniyle Ukrayna ordusunun taarruza geçmesini önleyebilir. Ama nükleer silahların yayacağı radyasyon bulutu kimi vurur? Dünya nasıl bir savaşa, yok oluşa sürüklenebilir? O bilinmez!
İYİ Kİ DAHİLER VAR
Ama yazmak istediğim konu ölümden daha önemli. Çünkü yaşamı ve varoluşu ilgilendiriyor. Nobel Fizik Ödülü, geçen hafta kuantum alanında önemli buluşlara imza atan üç fizikçiye verildi.
ABD’li John Clauser 1970’lerde, Fransız Alain Aspect 1980’lerde, Avusturyalı Anton Zeilinger ise 1990’larda, birbirlerinin yaptığı deneyleri tamamlayarak kuantum fiziğinde bir dönüm noktasına ulaştılar. Buldukları şey tam olarak şuydu. Bir atom parçacığı aynı anda iki yerde olabilir. Atomaltı parçacıklarını yakınlaştırıp (yan yana koyup) birbiriyle etkileştirdikten sonra tekrardan ayırdığınızda; ister birini New York’a, diğerini Paris’e götürün, ister birini Mars’a diğerini uzak bir galaksiye koyun, o atomlardan birine bir şeyler yapmaya başladığınızda (enerji vermek, ısıtmak, soğutmak gibi) diğerinde de aynı şekilde değişim oluyor.
Yani birbirileriyle etkileşim halindeki (dolaşık) atomlar arasında mesafelerden bağımsız haberleşme yaşanıyor. Einstein hiçbir nesnenin ışık hızını geçemeyeceğini, atomaltı parçalar arasında nedenini bilmediğimiz gizli fizik kanunları olduğunu, bu yüzden böyle garip davrandıklarını öne sürmüştü. YANILMIŞ!
Nobel’i alan ABD’li ve Fransız iki fizikçi, atomların bu işi yaparken aralarında hiçbir fizik kanununun geçerli olmadığını kanıtladı. Yani beşerî fizik kanunları, kuantum fiziğinde geçmiyor. Kuantum dünyasının kendine has fizik üstü kuralları var. Avusturyalı fizikçi Zeilinger ise birbirinden çok uzaklara ayrılmış iki atom parçacığının, hiçbir başka iletişim yolu olmamasına rağmen aralarında aynı anda, dikkat edin aynı anda, bilgi paylaştığını kanıtladı. Yani ışık hızından ve mesafeden bağımsız şekilde bir haberleşme zinciri yaşanabiliyor.
VERİ IŞINLAMA MÜMKÜN
Peki bu bulgular ne işimize yarayacak? Öncelikle kuantum bilgisayarlarının çıkışına öncülük edecek. Elimizdeki süper bilgisayarların yapamadığı birçok hesaplamayı kuantum bilgisayarları yapabilecek.
Mesela bu bilgisayarlar, insan enzimlerinin üç boyutlu modellerini çıkarıp yeni ilaçların keşfinde çığır açacak. Dünya ikliminin nasıl değiştiğini veya birkaç yüz tanker için nakliye rotalarını en üst düzeye çıkarmak gibi mevcut süper bilgisayarların üstesinden gelemediği karmaşık sorunları bu bilgisayarlar çözebilecek. Üstelik süper bilgisayarlardan çok daha küçük olacak ve 1000 kat az enerji tüketecekler.
İkinci aşamada ‘kuantum ışınlanması’ (teleportasyon) denilen olguya tanıklık edeceğiz. Yani bir bilgi, ışık hızından da hızlı şekilde anında evrenin bir ucundan diğerine ışınlanabilecek. Güneş’in ışığının bile Dünya’ya ulaşması 8 dakika sürüyor. Bunun anlamını bir düşünün. Bu bilgi aynı zamanda kırılması mümkün olmayan bir şifrelemeye de sahip olmuş olacak.
Bunların gerçekleştiğini 50 yıl sonra göreceğiz. O zaman kuantum biyolojisi de gelişmiş olacak. Sonuçta biz de atomlardan oluşuyoruz. Ve belki de tıpta, nanoteknolojide ve galaksiler arası seyahatte, bu üç fizikçinin buluşunun gündelik hayatta nasıl mucizeler yarattığına hep birlikte tanıklık edeceğiz.
Evet dünya bunu konuşuyor, peki ya Türkiye?