Güney ÖztürkZengin ve fakir

HABERİ PAYLAŞ

Zengin ve fakir

Bedri Rahmi’nin Cücüklü Soğan şiirini duymuşsunuzdur: “Mudurnu’nun Alagöz nahiyesinden Durmuş’a büyük ikramiye vurmuş. Paranı nideceksin? demişler. Bundan böyle, her Allah’ın günü soğanın cücüğünü yicem, cücüğünü!” demiş. Fakir, zengine göre çok daha mutludur.

Çünkü bir insan, istemeyi aklından bile geçirmediği malların yokluğunu hissedebilir mi? Onlar olmadan da pek ala hoşnuttur. Soğanın cücüğü dünyanın en şımarık isteğidir. Ama ondan yüzlerce kat şeye sahip olan bir başkası, istediği şeyden yoksun kalınca kendini nasıl da mutsuz hisseder. Bu açıdan, herkesin ulaşılması olanaklı bir ufku vardır.

Haberin Devamı

Bu ufkun içindeki bir nesneye ulaşabileceğini düşünüyorsa o kişi mutlu olur. Ufkunun dışında kalanların ise o kişi üzerinde hiçbir etkisi yoktur. Bu yüzden zenginlerin mülklerini, pahalı oyuncaklarını, servetlerini ne şekilde kazandıkları, milyarlık yolsuzlukları; fakiri ilgi, alaka, huzursuz etmez. Çünkü onun dünyasında yoktur bunlar.

FAKİRİN CESARETİ

Alman düşünür Schopenhauer, “Yaşam Bilgeliği Üzerine Aforizmalar” (İş Bankası Yayınları) kitabında tam da buna değiniyor. Doğuştan zengin olmayan ama yetenekleri sayesinde çok para kazanabilen insanlar; çoğu zaman yeteneklerinin kalıcı sermaye, kazandıklarının ise bunun faizi olduğu düşüncesine kapılırlar.

Bu nedenle kazançlarının bir bölümünü, kalıcı bir sermaye oluşturmak amacıyla bir kenara ayırmak yerine, harcama yoluna giderler, sonuçta yoksulluğa düşerler. Çünkü yetenekleri, değişen piyasa koşulları ya da siyasi konjonktürde bir süre sonra işlevini yitirir. Ancak dikkat edin bu insanlarda olağanüstü bir girişimcilik ruhu vardır. Kısmen yazgıya, kısmen de kendilerini açlık ve yoksulluktan kurtaran o yeteneklerine duydukları özgüven sayesinde, dibe vurduklarında yeniden yükseleceklerini düşünürler.

Buna karşılık miras yoluyla rahat geçinebilenler, en azından neyin sermaye neyin faiz olduğunu doğru bilir. Sermayeden yemez, tıkanmalarla başa çıkabilmek için kârın bir kısmını kenara ayırırlar. Bu yüzden de refahlarını korurlar. Ya tüketim? Genelde açlık ve yoksullukla boğuşmuş dar gelirli kesim, bunları kulaktan dolma bilen orta ve üst gelirli kesime göre tüketime çok daha meyillidir.

Haberin Devamı

Şaşırdıysanız, evden işe her gün tıklım tıkış otobüsle seyahat ederken; cebinden son model telefonu eksik etmeyen insanlara bir bakın. Yoksulluktan refaha hızla ulaşan dar gelirli birinin, parayı ilk bulduğunda neler aldığını gözlemleyin. Futbolcuları mesela. Villalar, gösterişli arabalar, 4x4’ler, araziler, altın takılar. Yoksulun hayali; tüm aileyi tek çatıda toplayan, ataerkil, hizmetçili, gürültü patırtının eksik olmadığı ‘Asmalı Konak’ versiyonu hayatlardır.

Yoksul bir ailede doğan bir kişi için, yaşadığı yoksulluk doğal bir durum, daha sonra ulaştığı zenginlik ise tadını çıkarmaya, saçıp savurmaya yarayan bir şey olarak görünür. Zenginlik yok olduğunda, yine eskisi gibi onsuz yaşanır ve bir dertten kurtulmuş olunur.

ZENGİNİN KORKUSU

Buna karşılık orta halli ya da aileden varlıklı doğmuş biri istisnasız biçimde ekonomik davranır. Bu yüzden o kişi, zenginliğe de yaşamına gösterdiği özeni gösterir, zenginliği kaybetme lüksü yoktur, düzeni sever, dikkatli, tutumlu hatta cimri davranır.

Haberin Devamı

O kişi için zengin bir hayatın anlamı evler arabalar değil; bir şort bir tişörtle dünyayı gezmek, yeni lezzetler keşfetmek, evden işe bisikletle gidebilmek, parklarda koşup oynamaktır. Aynı şekilde; evlenirken zengin bir çeyiz getiren ya da aileden görmüş bir kadının, parayı daha sağduyulu bir biçimde harcadığına tanık oluruz. O kadın, birikimin korunmasına yönelik büyük bir gayret içindedir.

Buna karşılık ancak evlendikten sonra eline büyük paralar geçen bir kadın ise harcamayı öyle sever ki, onu büyük bir savurganlıkla tüketir. Özdemir Asaf’ın dediği gibi “Günümüzde zengin az var, ama paralı çok ama çok var.

Sıradaki haber yükleniyor...
holder