Avrupa Birliği Bakanlığı yapan ve halen Türkiye Cumhuriyeti’nin Prag Büyükelçisi olan Egemen Bağış’la dış politika gündemindeki kritik konuları konuştuk. Uzun yıllar ABD ve Avrupa’da sivil toplum kuruluşlarına öncülük eden Bağış’a özellikle AB zirvesi ve Washington’daki yeni yönetimin Türkiye ile kuracağı ilişkileri sordum.
Joe Biden yönetiminde hangi gelişmeler beklenebilir? Türkiye’de ikili ilişkilerin çok daha kötüye gidebileceği gibi bir kaygı var?
Joe Biden döneminde ilişkilerin çok daha kötüye gideceği gibi karamsar öngörülere katılmıyorum. ABD’de istisnasız tüm başkanlar, adaylık süreçlerinde Türkiye’nin hoşuna gitmeyecek cümleler sarf edip geleneksel olarak Türkiye karşıtı olan ve sayıca önemli miktarda seçmeni olan Ermeni ve Rum lobilerine göz kırpmışlardır. Ancak seçimleri geride bırakıp görevi devralmak üzere yemin edip ilgili devlet kurumlarından brifing aldıktan sonra NATO’da kendilerinden sonraki en büyük askeri güce sahip olan Türkiye hakkında tonlarını değiştirmişlerdir.
Biden istisna olmayacaktır. ABD’deki seçim sistemi Ermeni lobisi, Rum ve Yunan lobisi, PKK sevicileri ve ruhunu bir dolara kiraya vermiş FETÖ’cü hainler dahil maalesef adayların kampanyalarına maddi yardım akıtan herkesin seçime kadar ciddiye alınmasına imkan tanıyor. Atalarımızın dediği gibi “Taç giyen baş akıllanır” Biden de göreve başladığında Türkiye’nin önemini ve ilişkilerin kırılganlığını anlayacaktır.
Yıllardır Biden’ın en yakın danışmanı olan ve seçim zaferi sonrası Dışişleri Bakanlığına aday gösterdiği Antony Blinken’ı 1999’da o zamanki danışmanı olduğu Başkan Bill Clinton ile ülkemize geldiğinde, benim de tüm ziyareti boyunca Clinton’a tercümanlık yaptığımdan bu yana iyi tanırım.
Sayın Blinken daha sonra Obama döneminde Dışişleri Bakan Yardımcısı olarak ülkemize son derece makul ve stratejik bir yaklaşım sergilemişti. Biden döneminde Clinton ve Obama dönemlerindeki gibi bir ilişki kurulmasını beklemek daha gerçekçi olur.
10-11 Aralık tarihindeki AB zirvesinden nasıl bir sonuç çıkabilir?
Bugünün AB’si 20, 30 ya da 10 yıl öncesinin AB’si değil ama kuruluşundan bu yana hiçbir üye ülkesi bir diğerine tek bir mermi dahi sıkmadığı için insanlık tarihinin en önemli kıtasal barış projelerinden biri olmaya devam ediyor. Bu kıtasal barış projesini küresel boyuta taşıyabilecek tek ülke Türkiye. O yüzden AB’nin ilişkileri koparacak kadar derin bir akıl tutulması yaşayacağını sanmıyorum.
Aksine bu zirveden, Türkiye ile ikili sorunlarını çok uluslu platformlarda sorun yaratarak çözmeye kalkışan Miçotakis yönetimine, Türkiye’nin müzakere masasına davetine icabet etmesine yönelik bir teşvik mesajı gelmesi çok daha mantıklı olur. Ekonomik krizlerin sonucu işsizliğin arttığı Avrupa’da ve küresel terörün korkuları körüklediği dünyamızda ötekini suçlama ile başlayan süreç popülist siyasilerin, insanların endişelerini istismar etmesi ile kontrol edilemez bir noktaya geldi.
AB karar mekanizmalarında oybirliği şartı, ülkelerin yanlış olduğunu bile bile hatalı kararlara göz yummasına yol açıyor. Yunanistan’ın ya da Güney Kıbrıs’ın haksız olduğunu bilmelerine rağmen diğer AB üyelerinin o yönetimlere sahip çıkmaları başka konularda oylarına ihtiyaç duymalarından kaynaklanıyor. AB küresel konularda pragmatik çözüm üretebilmek istiyor ise yapılanmasını gözden geçirmek zorunda. Brexit sonrası İngiltere, Norveç, Türkiye, İsviçre gibi ülkelerin de kendini dışlanmış hissetmeden çözüme katkı verebileceği yapılar oluşturmak zorunda.
Türkiye genel olarak Batılı hükümetler ve Batı kamuoyu ile ilişkilerin güçlenmesi için hangi adımları atabilir?
Türkiye-AB ilişkilerinin geçmişi, bugünü ve geleceği vardır. Bu geleceğin nasıl olacağı da iki tarafa bağlı olacaktır. Ama Türkiye’nin Avrupa’ya olduğu kadar, Avrupa’nın da Türkiye’ye ihtiyacının olduğu bir gerçek. Bu ilişki, karşılıklı olarak bir kazanç (win-win) ilişkisine dayanmaktadır. AB üye ülkelerindeki Türklerin sayısı 5 milyonu aşmaktadır. Bu nüfus, pek çok AB ülkesinin toplam nüfusundan daha büyük. Durum böyle olunca, ister beğensinler, ister beğenmesinler, hâlihazırda zaten AB’deyiz.
AB’ye uyum programımızın Türkiye’nin reform gündemi üzerinde yönlendirici bir etkisi hep olmuştur. AB’nin Türkiye’nin diyetisyeni olduğunu her zaman söylerim. Hepimiz ne yediğimize dikkat etmemiz gerektiğini ve spor yapmamız gerektiğini biliyoruz, ama bazen doğruyu yapma hususunda üşengeç olabiliyoruz. Ama diyetisyene gidince, o bize bir reçete veriyor.
Biz de bunu takip ederek sağlığımıza kavuşuyoruz. AB’ye uyum süreci bazen oldukça acılı, bazen de sıkıcı ancak uygulanması durumunda uzun vadede iyi olacaktır. AB’ye uyum sürecini uygulamamız, kendi iyiliğimiz açısından ilgili reformları yapmamız gerekir.