İsveç; yaşam kalitesi yüksek, demokrasi standartları güçlü, Avrupa’nın en hoşgörülü ülkelerinden biri olarak ün yaptı. Daima bir çekim noktası oldu. İsveç’in ekonomik, bilimsel ve insani gelişimini uzun süre takdirle izledim. Çok sık seyahat ettiğim ve ilgi duyduğum bir yer oldu. Bununla beraber İsveç’i bir süredir tanımakta zorlanıyorum. Özellikle son yıllarda aşırı sağın, radikal akımların çok güçlendiği bir ülke haline geldi.
Türkiye ile ilişkiler konusunda ise İsveç daima dayatan, tepeden bakan, şımarıkça çıkışlar yapan bir pozisyonda. Danimarka, Finlandiya, Norveç gibi dünyanın en sorunsuz ülkeleriyle komşu olmanın avantajıyla küresel düzeyde sorunları çözmek üzere kolları sıvayan ancak farklı coğrafyaların gerçeklerinden bihaber olan bir yaklaşım içinde. İsveç hükümetleri, Türkiye’den 1980’li ve 90’lı yıllarda ayrılan grupların lobi etkisinde kaldı ve daima eleştirel bir çizgi içinde oldu, Ankara ile ilişkileri objektif bir çerçevede ele alamadı.
Özellikle son yıllarda bu ülkenin PKK ve ilişkili grupların tamamen etkisine girmesi bu yaklaşımla ilgili. PKK, Avrupa Birliği tarafından terörist olarak görülmesine karşın İsveç’te her türlü düzeyde örgütleniyor ve faaliyet gösteriyor. PKK’nın eylemleri ve Türkiye’ye yönelik şiddet çağrıları İsveç hukukunu bir türlü harekete geçirmiyor. Türkiye’nin çıkarlarını ve güvenliğini tehdit eden bir ortamın oluşmasına seyirci kalmak, hatta teşvik etmek NATO üyeliğiyle ödüllendirilecek bir durum değil. Bunu İsveç’in anlaması gerek.
RAHATSIZ EDİCİ OLAY
Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye yönelik bağışları organize ettiği konferans için gittiğim Brüksel’de, AB dönem başkanı İsveç yetkilileriyle karşılaştım. Toplantı çıkışında Türkiye’ye yaptıkları yardımlar için teşekkür ettim. Bu arada İsveç Başbakanı, sorularımı yanıtsız bıraktı ve sırtını dönüp gitti. Acaba konuşma fırsatı bulabilir miyim, diye bir girişimde daha bulundum.
Basın toplantısının yapılacağı bir üst kattaki salona doğru birlikte yürüdüm, heyetle birlikte ilerlerken kendimi İsveç delegasyonu ve AB Komisyonu üyelerinin yer aldığı salonda buldum. Ursula von der Leyen ile sohbet ederken İsveç Başbakanı Ulf Kristersson’un belli bir mesafeden birkaç kare fotoğrafını çektim.
Bu arada İsveç heyetinde görevli olduğunu tahmin ettiğim, yeşil takım elbiseli bir kadın sinirli şekilde üzerime yürüdü ve “Burada ne işiniz var, çektiğiniz bütün görüntüleri görmek istiyorum. Hepsini sileceksiniz” diye bana bağırdı. Ben de kendisine “Hanımefendi özgür bir ülkedeyiz, şu anda Brüksel’de bulunuyoruz. Burası İsveç başbakanlık binası değil, AB’nin bir kurumundayız. Ben de gazeteciyim ve burada görev yaptığıma dair kartım var. Siz ne hakla benden fotoğraflarımı silmemi isteyebilirsiniz?” diye yanıt verdim.
Bu sırada sinirli şekilde, beni mekândan uzaklaştırması için Belçikalı güvenlik görevlisini çağırdı. Yanıma gelen Belçikalı görevliye İsveçlinin bunu isteme hakkı olmadığını söyledim. Daha sonra öfkeli İsveçli ekibi geride bırakarak, basın toplantısının yapıldığı yere geçtim. İsveç’in Ankara Büyükelçiliği, Başbakanlık görevlilerinin gazetecilerin görevini yapmasını engelleyecek ruh haline nasıl büründüklerini belki Stockholm’e sormak ister.
İsveç, Kur’an yakılması gibi çok rahatsız edici bir olaya hoşgörüyle bakabiliyorken bir gazetecinin görevini yapmasına nasıl böyle sert tepki verebiliyor acaba? Bu basit hadise bile İsveçlilerin Türkiye konusunda ne kadar gergin ve öfkeli olduklarını ortaya koyan bir örnek.